3 Mayıs 2014 Cumartesi

%100 METAL FEST HEADBANGERS' WEEKEND

Hepimizin beklentisi sonunda gerçekleşti. Bu sene gerçekten büyük festival ve konserlere tanık olacağız. Bir çok Türkiye’yi önceden ziyaret etmeyen grupları göreceğiz. Bu festivaller den en yakını ise
%100 METAL FEST HEADBANGERS' WEEKEND. Efsaneler bir arada olacak ve sürekli göreceğimiz mosh pit,death Wall,pogo,circle pit manzaralarına hazır olun !

Gelelim şu muhteşem organizasyonun bilgilerine. Bu konserde; Children of Bodom, Epica , Murder King, Myrath, Suidakra ve Dream Ocean sahne alacaktır. Konser Maçka’daki KüçükÇiftlik parkta olacaktır. Yaş sınır olmaması bütün metal dinleyici kitlesi içinde güzel bir hediye oldu ve bununla bitmedi.. Konser bilet seçeneklerin de cd sahibi de olabiliyorsunuz.

Genel bir tanıtım yaparsak
 Children of Bodom yayınlanacak yeni albümleri The Quantum Enigma sonrası ilk konserini verecek olan Epica, Tunus'lu progresif oryantal metal grubu Myrath, Alman folk metal grubu Suidakra ve yerli gruplarımızdan Murder King ve Dream Ocean'ı ağırlayacak. Bahsettiğimiz cd olayı ise albümü alan ilk kişilerden olacağız. Çünkü bu albüm 2 mayısta yayınlamaktır.                                      

Gruplar Hakkında Bilgiler.

Children of Bodom

Children of Bodom
, beş kişiden oluşan Fin ekstrem metal grubu children of bodom 1993'te kurulan  grubun toplamda sekiz stüdyo albümü, iki konser albümü, iki EP'si, iki toplama albümü ve bir DVD'si bulunmaktadır.
İlk kez üçüncü stüdyo albümü Follow Reaper ile Finlandiya'da altın sertifika elde eden grup, daha sonra diğer albümlerinde de aynı başarıyı sağladı. Art arda yayınladığı albümleriyle Finlandiya albüm listelerine birinci sıradan giriş yapan Children of Bodom, bunun yanı sıra Billboard 200'de de önemli liste konumları gördü.
Yaptığı müzik eleştirilerde daha çok melodik death metal, power metal,thrash metal, erken senfonik black metal ve neoclassical metal olarak tanımlanan grup, tek başına 250 bin satışla Finlandiya'nın en çok satan sanatçılarındandır.
1993-1997 arasında COB.
hildren of Bodom, 1993'de gitarist Alexi "Wildchild" Laiho ve baterist Jaska Raatikainen tarafından Inearthed adıyla kuruldu. Birbirini çocukluk yıllarından beri tanıyan bu iki müzisyen; ilk çalışmalarınıDissection, Entombed ve Obituary gibi önemli grupların müziğinden etkilenerek gerçekleştirdiler. Bas gitarist Samuli Miettinen'in de kadroya girmesiyle birlikte aynı yılın ağustos ayında ilk demosunu kaydeden grup, bu çalışmaya Implosion of Heaven adını verdi. Bu demoda ve onu takip eden 2 sene boyunca grupta şarkı sözü yazarlığını üstlenen Samuli, 1995'te ailesinin Amerika'ya taşınması nedeniyle gruptan ayrılmak zorunda kaldı. Son olarak Ubiquitous Absence of Remissiondemosundaki şarkı sözlerine imza atan Samuli, daha sonra bu görevi Laiho'ya devretti. Bahsi geçen demo aynı zamanda grupta klavyenin kullanıldığı ilk çalışma oldu. Demonun kaydından kısa bir süre sonra Alexander Kuoppala ritim gitarist olarak grubun kadrosuna dahil oldu. Samuli'nin yerine Henkka "Blacksmith" Seppälä geçerken, Jani Pirisjoki de klavyeci olarak gruptaki yerini aldı.
Yeni kadrosuyla Shining adlı yeni bir demo kaydeden grup, ne plak şirketlerinin ne de organizatörlerin ilgisini çekebilmişti. Bunun üzerine grup elemanları kendi çabalarıyla bir albüm kaydetmeye karar verdiler. Bu esnada provalara gelmeyen Jani'nin yerini Janne "Warman" Wirman aldı. Wirman ilerleyen zamanda grubun soundunu oluşturacak elemanın ta kendisiydi.

 
       Something Wild ve Hatebreeder

Önceleri sadece küçük klüplerde konser verebilen Children of Bodom, Something Wild'ın ardından Dimmu Borgir ile birlikte konserler vererek kısa sürede Nuclear Blast'ın ilgisini çekti ve albümün Avrupa ayağını artık bu plak şirketi üstlendi. Albümde yer alan "Deadnight Warrior" şarkısına Mika Lindberg'in prodüktörlüğünde düşük bütçeli bir klip çekildi.
Yıllar sonra grup elemanları Something Wild'ı grubun en az gurur duyduğu albümlerden biri olarak nitelendirdi. Bu albüm, grubun diğer çalışmalarına göre daha teknik bulundu. Bunun nedeni olarak da Laiho'nun o dönemdeki idolü olan Yngwie Malmsteen'i taklit etmeye çalışması gösterildi.
Grubun ilk Avrupa turnesi Şubat 1998'de başladı. Hypocrisy, The Kovenant ve Agathodaimon gibi gruplarla çalan Children of Bodom'a bu turnede Wirman'ın yerine Lordi grubundan Erna Siikavirta eşlik etti. Sonraki turnedeyse Kimberly Gross grubun konser kadrosunda yer aldı.
Grubun ikinci stüdyo albümü Hatebreeder 1998'in sonunda Astia stüdyolarında Anssi Kippo tarafından kaydedildi. Albümün çıkış tarihinden ikii hafta önce tekli olarak yayınlanan "Downfall" parçasına Mika Lindberg prodüktörlüğünde çekilen klip de aynı zamanda yayına verildi. Albüm, birçok Avrupa ülkesinde listelere girdi. Ardından Japonya'da In Flames ve Sinergy ile birlikte 3 konser veren grup, bu konserlerden 2 tanesini kaydetti ve Tokyo Warhearts adını taşıyan konser performans albümünü hayranlarına sundu.

Follow the Reaper ve Hate Crew Deathroll (2000-2004)

Ağustos-Eylül 2000'de kayıtları yapılan Follow the Reaper albümünü aynı senenin sonuna doğru piyasaya süren grup, albümde yer alan "Everytime I Die" parçasına Tuukka Temonen prodüktörlüğünde klip çekti.
Şubat 2002'de bir sonraki albüm için çalışmalara başlayan grup, Ocak 2003'te dördüncü stüdyo albümü Hate Crew Deathroll'u yayındı. Böylece üç hafta Fin listelerinde üst sıralarda yer alan grup, bu albümle birlikte ilk altın sertifikasını elde etti. Daha sonra diğer tüm albümlerinde de aynı başarıyı yakalayan Children of Bodom'a Follow the Reaperalbümü için platin sertifika verildi. Grup aynı dönemde Tavastia Club, Helsinki'de düzenlenen törende Fin Metal Müzik Ödülleri'nde Yılın Grubu seçildi.
2003'te ilk kez dünya turnesine çıkan grubun birçok konserinde biletleri çok önceden tükendi. Diğer yandan Alexander Kuoppala, turnenin ortasında kişisel sorunları öne sürerek önceden haber vermeksizin gruptan ayrıldı. Bunun ardından gitarist arayışına düşen grup, sonunda Roope Latvala'yi kadrosuna ekleyerek yoluna devam etti. Daha sonra yapılan bir röportajda Laiho'ya Kuoppala'nın gruptan ayrılmasının nedeni sorulduğunda Laiho şöyle cevap verdi: "Bana grup ve turne yaşamından artık bıktığını söyledi. Bu benim için gerçekten çok tuhaftı, çünkü o bu yaşam için o dünyanın içinde olan biriydi! Ölümcül bir hard rock'n roll hastasıyken birden hayatını 180 derece çevirip değiştirdi. Bütün bunlara yeni kız arkadaşı da dâhil."


                    Are You Dead Yet?

Latvala ile beraber biten turnenin ardından Trashed, Lost & Strungout EP'siyle birlikte "In Your Face" teklisini piyasaya süren grup, 2005'in sonuna doğru beşinci stüdyo albümü Are You Dead Yet?'i yayınladı. Bu albümün tarzı öncekilere göre farklılık gösteriyordu; daha sade ve sert gitar riffleri ile endüstriyel müzik tınılarının birleşiminden oluşan bu tarz eleştirmenlerden ve hayranlardan farklı yorumlar aldı. Müzik dünyasının gidişatına uyum sağlayan grup, bu albümle birlikte büyük bir ticari başarı elde etti: Fin listelerinde birinci sırada yer alıp Finlandiya'da altın sertifikayla ödüllendirilmesinin yanı sıra Almanya'da ve İsveç'te on altıncı, Japonya'da on yedinci sıraya kadar yükseldi.
2006'da hem canlı konser kayıtlarından hem de grubun turnede çekilmiş görüntülerinden seçilen karelerle oluşturulan Chaos Ridden Years - Stockholm Knockout Live albümü piyasa sürüldü. Bu belgesel grubun başarı yolunda katettiği aşamaları gözler önüne serdi.
Haziran 2006'da The Unholy Alliance turnesine katılan grup, turne boyunca Slayer, Lamb of God, Mastodon, In Flames veThine Eyes Bleed ile birlikte çaldı. 31 Ocak 2007'de verilen konserde Laiho sol omzunu kırdı ve 6 hafta boyunca gitar çalamadı. Kaza yüzünden turneyi iptal eden grup, birkaç ay boyunca Laiho'nun sağlık durumunun iyiye gitmesini bekledi. 31 Mart 2007'de müzisyenin omzunun iyileştiği fakat bir daha eskisi gibi olamayacağı açıklandı; yine de bu durumun onun gitar çalmasını etkilemeyeceği belirtildi. Ayrıca bu bildiride grubun hâlihazırda birkaç tane şarkısı olduğu ve 2007'nin sonuna doğru yeni albüm için kayıtlara başlanacağı da açıklandı.


         Blooddrunk ve günümüz

Ekim-Aralık 2007'de kayıtları yapılan grubun altıncı stüdyo albümü Blooddrunk 15 Nisan 2008'de yayınlandı. Albümün yayınlanmasının ardından tekrar konserlere başlayan grup, Megadeth, In Flames, Job for a Cowboy ve High of Fire ile birlikte Gigantour 2008 Kuzey Amerika turnesine katıldı. Wacken Open Aİr 2008'e katılan ilk gruplardan biri olan Children of Bodom, festival süresince içinde Iron Maiden, Sonota Artica ve Avantasia'nın da bulunduğu çok sayıda grupla birlikte sahne aldı. 8 Mart 2008'da grubun Birleşik Krallık'taki ilk imza günü düzenlendi.
Eylül 2009'da Skeletons In The Closet isimli 17 adet (Albümün yayınlandığı bölgeye göre şarkılar değişmektedir) cover parçadan oluşan toplama albümü yayınladı. 8 Mart 2011'de Relentless Reckless Forever albümünü piyasaya çıkaran grubun son albümü Halo of Blood, 11 Haziran 2013'te yayınlandı.


Grubun ana üyeleri:
Alexi Laiho – Vokal,Solo gitar.
Jaska Raatikainen – Bateri, Perküsyon
Henkka Seppala –Bas Gitar, Synthesizer
Roope Latvala – Ritim Gitar

Alexi Laiho ve Jaska Raatikainen 1993’ten itibaren grubun kurusu konumundadır.1996’da Basist Henkka Seppala, 1997’de Klavye ve synthesizer uzmanı Janne Wirman, 2003’te Ritim Gitarist Roope Latvala ile grup tamamlanmıştır.

Eski Üyeleri:Samuli Miettinen,Jani Pirisjoki ve Alexander Kuoppala.

Turne üyeleri; Ek klavye olarak Kimberly Goss ve Erna Siikavirta.

Albümleri: Something Wild (1997)
Hatebreeder (1999)
Follow the Reaper (2000)
Hate Crew Deathroll (2003)
Are You Dead Yet ? (2005)
Blooddrunk (2008)
Relentless Reckless Forever (2011)
Halo of Blood (2013)


Epica

Epica
, daha önceki adıyla Sahara Dust, Hollanda kökenli bir senfonik metal grubudur. 2003 yılında gitarist Mark Jansen'in After Forever adlı gruptan ayrılmasının ardından kurulmuştur. Dünyanın yükselişe geçen kadın vokalli grupları arasında önemli bir yere sahiptir.

Sahara Dust 


Dust
 adlı yeni bir müzikal proje için müzisyen arayışına girdi. 2002'nin sonlarına doğru Helena Michaelsen (Şimdik iTrial of Tears ve Imperia adlı grupların vokalisti) grubun vokalisti olsa da kısa zaman sonra Michaelsen grubu bırakınca, yerine o sırada Jansen'in kız arkadaşı olan mezzo-soprano Simone Simons geldi. Grubun kadrosu gitarist Ad Sluijter, davulcu Jeroen Simons, basçı Yves Huts ve klavyeci Coen Janssen'in katılmasıyla tamamlandı.

Altılı, iki erkek ve dört kadından oluşan bir koro ve üç keman, iki viyola, iki çello ve bir kontrbastan oluşan bir yaylı orkestrasını kayıtlarında kendilerine eşlik etmeleri için bir araya getirdi. İki şarkılık demoları "Cry of the Moon" yayınlandıktan sonra, adını aynı adı taşıyan Kamelot'un Epica adlı albümünden esinlenerek Epica olarak değiştiren grup Transmission Records ile bir anlaşma imzaladı.

The Phantom Agony

Dana önce Angra, Rhapsody ve Kamelot ile çalışmış olan Sascha Paeth prodüktörlüğündeki ilk albüm The Phantom Agony, 2003'te yayınlandı. Albümde yer alan Façade of Reality adlı şarkı 11 Eylül 2001 saldırıları hakkında yazılan bir şarkıydı. Albümden çıkan tekliler The Phantom Agony, Feint ve Cry for the Moon oldu.

Consign to Oblivion / The Score

İkinci uzunçalar albümleri Consign To Oblivion, Maya uygarlığından, özellikle de onların yarattıkları zaman sisteminden esinlenerek oluşturuldu. Bu tema en çok "A New Age Dawns" serisindeki şarkılarda kendisini hissettiriyordu. Albümde Roy Khan (Kamelot'un vokali) "Trois Vierges" şarkısında konuk vokalist olarak yer aldı. Epica, "The Black Halo" albümü için turda olan Kamelot'un ön grubu olarak yer aldı. Epica'nın vokalisti Simons, Kamelot'un bu albümünun "The Haunting (Somewhere in Time)" adlı şarkısında konuk vokal olarak yer almıştı. Bu arada Solitary Ground ve Quietus (Silent Reverie) teklileri satışa sunuldu.
Joyride adlı filmin müziğinin bulunduğu albüm The Score - An Epic Journey, Eylül 2005'inde yayınlandı. Mark Jansen, sadece vokal, gitar, bas ve davul içermeyen" bu albümü tipik bir Epica albümü olarak nitelendirmektedir.
2005 ve 2006'da Kamelot ile bir Kuzey Amerika turuna çıkan altılıda turun sonunda bir ayrılık yaşandı. Davulcu Jeroen Simons, farklı müzikal planlarından dolayı grubu bıraktı. 2006 sonbaharında Simons, Kamelot'un 2007 çıkışlı albümü "Ghost Opera"da, "Blücher" ve "Season's End" şarkılarında vokal yaptı. Aralık'ta God Dethroned grubundan Ariën Van Weesenbeek sadece grubun dördüncü albümünde performans sergileyecek davulcu olarak grubun resmi web sayfasında açıklandı.

The Divine Conspiracy

Dördüncü albüm yayınlanmadan önce, 10 Ağustos 2007'de, Never Enough teklisi satışa çıkarıldı. 2007 Eylül'ünde, başını çektikleri ilk turları olan Kuzey Amerika turuna çıkan Epica, The Divine Conspiracy albümünü Nuclear Blast şirketi altında piyasaya sürdü. 2007'nin aralık ayında, Ariën Van Weesenbeek'in kalıcı olarak Epica üyesi olduğu açıklandı. Nisan 2008'de ise, Into Eternity ve Symphony X birlikte yeni bir Kuzey Amerika turuna çıkıldı. Turnede, kendisini tura çıkmaktan alıkoyan MRSA adında ölümcül bir hastalığa yakalanan Simons'un yerine daha önce Epica kayıtlarında yer almış ve Simons'un vokal koçluğunu yapmış olan Amanda Somerville bayan vokalistliği üstlendi. 16 Aralık 2008 tarihinde, solo gitarist Ad Sluijter'ın grupla yollarını ayırdığı açıklanmıştır. 

Design Your Universe

4 Mart 2009'da grup yeni albümlerini kaydetmek için stüdyoya gireceklerini duyurdu. Nisan 2009'da adının Design Your Universe olacağı açıklanan albüm, 16 Ekim 2009'da satışa sunuldu. Bu yayına promosyon olması amacıyla 10 Ekim 2009 tarihinde Amsterdam Paradiso'da bir konser verdiler. Sonata Arctica vokalisti Tony Kakko'nun White Waters adlı şarkısında konuk olduğu albüm, yeni gitarist Isaac Delahaye'nin katkıda bulunduğu ilk albümdü. Albüm, Hollanda müzik listelerine 8. sıradan giriş yaptı. Albümün ilk teklisi Unleashed 25 Eylül 2009'da piyasaya sürüldü.

Requiem for the Indifferent

2010 yılının Kasım ayında vokalist Simons, kendisiyle yapılan bir röpörtajda 2011 yılının Şubat ayında, yani Latin Amerika turunun bitiminde şarkı yazımına başlanacağını açıkladı. Mayıs 2011'de 14 adet, henüz sözleri yazılmamış şarkıları bulunduğunu duyuran grup, yaz sonunda stüdyoya girdi. Prodüktörlüğü diğer Epica albümlerinde olduğu gibi bu albümde de Sascha Paeth tarafından yapılacak albümün şu anlık bilinen çıkış tarihi 9 Mart 2012'dir. Grup, 1 Aralık 2011 tarihinde 5. stüdyo albümünün adının "Requiem for the Indifferent" olacağını duyurmuştur.


Grubun üyeleri
Simone Simons - Mezzo-soprano vokal
Mark Jansen - ritim gitar, vokal
Rob van der Loo - bas gitar
Isaac Delahaye - elektro gitar
Coen Janssen - klavye, piyano
Ariën Van Weesenbeek – davul

Önceki üyeler

Jeroen Simons - davul (2003-2006)
Helena Michaelsen - vokal (2002-2003)
Ad Sluijter - gitar (2002-2008)
Yves Huts - bas gitar (2002-2012)

Dönemsel üyeler
Koen Herfst - davul (2007 turu)
Amanda Somerville - (2008 Kuzey Amerika turu) hastalanan Simons'un yerine bayan vokal
Oliver Palotai - klavye, piyano (2010 Kuzey Amerika turu)


Stüdyo albümleri

2003: "The Phantom Agony
2005: "Consign To Oblivion"
2005: "The Score - An Epic Journey"
2007: "The Divine Conspiracy"
2009: "
Design Your Universe 
2012: "Requiem for the Indifferent"
2014: "The Quantum Enigma"



 EMİR TANER

22 Nisan 2014 Salı

Muhammed İkbal



Muhammed İkbal, Pakistan’ın kuruluşunda büyük payı bulunan; şair, alim, filozof ve politikacı.

Tek cümleyle yazılan bu tanım elbette yetersiz kalır. Hele de Muhammed İkbal gibi önemli bir kişiliği anlatırken tek cümle kullanmak ona hakaret olur.

Muhammed İkbal, Hindistan’daki Amerikan sömürgesine karşı müslüman halkı örgütlemiş ve Pakistan’ın kurulmasında çok önemli bir rol oynamıştır.Pakistan’ın milli şairidir. Hatta birçok internet sitesinde “Pakistan’ın Mehmet Akif’i” olarak tanımlanmış. Fakat bu tanım da Muhammed İkbal’e dar gelir. O, Pakistan için milli şairden öte, önemli bir düşünür ve politikacıdır.  Mehmet Akif gibi edebi yönü değil, fikir yönü daha baskındır. 
Şimdi biraz da bu edebiyatın ve fikirlerin nasıl yeşerdiğinden bahsedeyim.

Muhammed İkbal, mutasavvıf bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya geliyor.İlk eğitimini Kur’an üzerine alıyor. Daha sonra Arapça ve Farsça eğitimi almaya başlıyor. Dil hocasının onu yönlendirmesiyle İslam Edebiyatı üzerine yoğunlaşıyor.
Daha sonra 1905’te Cambridge Üniversitesi’nde Felsefe ve İktisat bölümünden mezun oluyor. Londra’da yaklaşık 3 yıl Arap Dili ve Edebiyatı alanında hocalık yapıyor ve bu dönemde oldukça ilgi gören islami konferanslar veriyor. Bi’ yandan konferansları verirken diğer yandan da hukuk üzerine yoğunlaşıyor ve bir de savcılık diploması alıyor. Bu diplomayı aldıktan sonra Munich Üniversitesi’ne gidip Felsefe dalından doktora yapıyor. Bütün bu süreçler esnasında şiirleri ve makaleleri yayımlanan Muhammed İkbal, 1908’de Hindistan’a döndüğünde büyük bir sevgiyle karşılanıyor. Ülkesine döndükten sonra bir yandan edebiyatını sürdürürken diğer yandan da halka yeni yollar çiziyor ve bakış açıları kazandırıyor. Siyaset hakkında şu cümlesi benim için oldukça önemlidir:
"Siyaset; çalışmak, izzet ve şerefe davet etmektir"
Muhammed İkbal, siyasetin şerefe davet etmek olduğunu, Kurtuluş Savaşı sırasında yaklaşık 1.5 sterlinlik yardım toplayıp,  Ankara Hükümetine göndererek  tüm dünyaya göstermiş: samimiyetini ve izzetini ıspatlamıştır.

İkbal’in en çok dikkat çeken özelliklerinden biri de Mevlana’ya olan hayranlığıdır. Mevlana’nın fikirlerinden oldukça etkilenmiştir. Bu hayranlığını “Mevlâna,aşkın rehberidir;sözleri susuzlara çeşme,vücudu vecd-ü heyecandır.” beyitiyle ifade etmiştir. Beyit demişken şiirlerinde de bahsedelim. Şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır ve şiirleri Fars Edebiyatı’nın en önemli yapıtlarındandır.
---
Muhammed İkbal’in politikacı ve şair yönünden bahsettik. Şu sözünü söylemeden geçmeyelim:
"Devletler şairlerin kalbinde doğar, politikacıların ellerinde büyür ve ölürler..."

Biz onun en çok fikir adamlığıyla, politikacılığıyla, akademik kariyeriyle konuşsak da, Muhammed İkbal, şairliği ne kadar ön plana taşıdığını bu cümlesiyle belirtmiştir...
Dünyanın onun gibi şairlere, fikir adamlarına tekrar ihtiyacı var.
21 Nisan 1938’de rahmetli olan Muhammed İkbal’i saygıyla anıyor ve sizlere onu tanıtmaya çalışmaktan gurur duyuyorum.
Mekanı Cennet olsun...




                                                                                           M.Enes Batman
MURATHAN MUNGAN

Merhaba Tenefüs Okuyucuları 21 nisanın yani Murathan Mungan'ın doğum gününün geçmesi üzerine bugün size ondan bahsedeceğim.

Mardinli bir ailenin çocuğu olan Murathan Mungan, yazı hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal, şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi.



İlk kitabı, Mezopotamya Üçlemesi adlı oyun üçlemesinin ilki olan Mahmut ile Yezida idi.Bu oyun, Türkiye İş Bankası'nın açtığı yarışmada ikincilik ödülü aldı. Sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli'nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı Bir Garip Orhan Veli oldu. 1981'de ilk defa sahnelenen bu oyun, 1993'te kitap olarak basıldı.Bu oyun aslında bizleri bir şiir yolculuğuna çıkarıyor.

Sahtiyan adlı şiiri ile de "Gösteri" dergisinin 1981 Şiir Yarışması'nda birincilik ödülü alan Mungan, özellikle Metal(1994) adlı kitabındaki şiirleriyle 1980 kuşağının en çok okunan, tanınan şairleri arasında ilk sıralarda yer aldı.

Mezopotamya Üçlemesi'nin ikinci kitabı olan Taziye adlı oyunun 1984'te sahnelemesi nedeniyle Ankara Sanat Kurumu'nca Mehmet Baydın ile birlikte en iyi oyun yazarı seçildi. Oyun öldürme üzerine kurulu töre geleneğini konu almıştır.Mardin'de doğup büyümüş olduğundan dolayı bu konuya daha yakın olsa gerek.


40. yaşı nedeniyle 1995 ylında Murathan’95 adlı kitapta çeşitli ürünlerinden bir derlemeyi yayımladı. 2005 yılındaki 50. yaşı nedeniyle de 50 Parça adlı kitapta üzerinde çalıştığı kitaplardan hikâye,şiir, deneme, oyun gibi farklı edebi türden parçaları bir araya getirdi. Sadece 2005 yılı için yapılıp baskısı yenilenmeyecek bir kitap oluşturdu.

Bir de Mungan'ın yazdığı şarkı sözlerinden bahsedelim.Şarkı sözlerini, genellikle Yeni Türkü grubu bestelemiştir.Yeni Türkü’nün çok bilindik şarkıları arasında yer alan Olmasa Mektubun da Mungan’ın şiirleri arasında yer almaktadır.Bunun yanı sıra yazarın şarkı sözlerinden, çeşitli dönemlerde çeşitli sanatçılar tarafından bestelenerek seslendirilmiş şarkılar,Söz vermiş şarkılar adlı albümde toplanarak, yeni düzenlemelerle bazı sanatçılar tarafından yorumlanmıştır.Bu sanatçılar arasında Sezen Aksu Sevgilim, Athena Maskeli Balo, Aylin Aslım Kimdi Giden Kimdi Kalan adlı parçaları seslendirmiş ve Nükhet Duru,Göksel,Candan Erçetin gibi daha birçok sanatçı da bu albümde yer almaktadır.



Mungan, 1985'ten beri yaşadığı İstanbul’da 1988’ten beri serbest yazar olarak çalışmaktadır.

                  Murathan Mungan'ın en sevdiğim şiirlerinden olan Gece Nöbeti şiirinden ufak bir kısım

GECE NÖBETİ
.....
Artık daha az seviyorum seni.. 
Unutur gibi..ölür gibi daha az.. 
Yeniden ödetiyorum kendime 
Onca aşkın öğretemediğini.. 
Kolay değildi.. 
Yalnızca sevgilimi değil..evledımı da kaybettim ben.. 
Kaç acı birden imtihan etti beni.. 
Bir tek gece vardır insanın hayatında.. 
Ömür boyu sürer nöbeti.. 
Bu da öyleydi.. 
İyi ol.. 
Sağ ol.. 
Uzak ol.. 
Ama bir daha görme beni.



                                                                                 Merve Nur KABALAR


İskender Pala

Ve bu sayımızda İskender Pala ile buluşturuyoruz sizleri. Kutlu Doğum, Su Kasidesi, Fuzuli ve biz Tenefüs okuyucularına en güzel temennileriyle İskender Pala. Şimdiden hepinize iyi okumalar.

-Peygamberimize yazılan naat-ı şeriflerle aynı şairlerin başka gazelleri arasında oldukça fark olduğunu görüyoruz. Bunu neye bağlamalıyız?
İskender Pala: Ne zaman şairler Hz. Peygamber için bir şiir yazmaya kalkışsalar bambaşka şeyler yazıyorlar. Hiç tahmin edilmeyecek kadar güzel yazıyorlar. Hz. Peygamber’e olan sevgileri ve aşkları o derece onlara güzel sözler söyletiyor ki, söylenen söz, söylenenin adından dolayı birden bire üst katmana çıkıveriyor.
-Şimdi, Hazreti Peygamber’e yazılmış şiir deyince aklımıza ilk Fuzuli’nin Su Kasidesi geliyor. Su ile Hz. Peygamber arasındaki benzerlikleri neye dayandırıyoruz?
İskender Pala: Peygamber ile su arasında bir özdeşlik var. İkisi de mütevazı. İkisi de başkaları için iyilik yapıyor. İkisi de temizleyici. İkisi de korkutucu veyahut da uyarıcı. İkisi de tam manasıyla insanların yararına. İkisinden de insanlar rahmet devşiriyor. İkisinden de iyiliğe gidiyorlar.
-"Su Kasidesi"ni yazarken Fuzuli'ye ilham veren ne oluyor?
İskender Pala: Dicle Nehri’nin devamlı güneye doğru akması yani Kıble’ye doğru akması Fuzuli’ye ilham veriyor. Diyor ki; bu su Hz. Peygamber’e âşık, oraya doğru gidiyor. Ve bu duygularla bir şiir yazıyor.
-Peki, Fuzuli neden bu kasidesinin redifini ‘su’ yapıyor sizce?
İskender Pala: Fuzuli öyle bir aşk ile seviyor ki yüreği yanıyor ve her beyitin sonunu su ile bitiriyor. Yani yüreğim yanıyor, bana su getirin diyor.
-Su Kasidesi’nin ilk beyitinde Fuzuli ‘gönlümdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma’ diyor. Bu cümleden ve bu beyitinde şair ne anlatmak istiyor?
İskender Pala: Biliyorsunuz itfaiyecilikte bir kural vardır: Eğer yangın büyütülmek isteniyorsa üzerine su serpilir. Yani bir yangına az su serperseniz yangın çoğalır, çok su serperseniz yangın söner. Çünkü az su oksijenini çoğaltır. Yangının devamı için oksijene ihtiyaç vardır. Dolayısıyla diyor ki; ey gözüm sen ağlayıp durma, sen ağladıkça yangınım artıyor. Ateşim artıyor. Eğer bu yangını kökünden söndürecek bir su olmazsa, o su rahmet olan su yani Hazreti Peygamber, bu yangın sönecek değil. Kalbimdeki bu yangını söndüreceğim diye de gözyaşımdan serpip durma çünkü sen gözyaşı serptikçe yangın çoğalıyor, yangın çoğaldıkça sen ağlıyorsun, ağlama çoğaldıkça yangın çoğalıyor, yangın çoğaldıkça ağlama çoğalıyor. Hepsi bir kısır döngü içerisinde.
-Bana biz biraz uzaklaştık gibi geliyor artık. Su'ya bakınca o hissiyatı yakalayamıyoruz örneğin. Biraz o kültürden uzaklaştık gibi geliyor. Size bugünün insanı ve eskinin insanı deyince aklınıza ne geliyor bu yönlerden?
İskender Pala: Bugünün insanı şöyle bakıyor; bir gül alıyor ‘Ne kadar da çok dikeni var bu gülün’ diyor. Eskinin insanı şöyle bakarmış; bir gül alır ‘Allah’ın hikmetine bak dikenlerin arasında gül açtırmış.’ dermiş. Bu bir bakış açısı.
-‘’Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su’’ şairin bu beyitte bizlere söylemek istediği arzusu, hayali nedir? Bizlere ne anlatmak ister?
İskender Pala: Çok güzel bir beyittir. Kısaca şunu söylüyor: Ey okuyucu, ey dostlarım! Diyor ve bizlere sesleniyor Fuzuli. Eğer ben onun elini öpebilmek arzusuyla, o hasretle, onun elini bir kerecik öpseydim diye diye can verirsem; benim mezarımın toprağından kase yapın ve o kase ile götürün sevgiliye (Hz. Muhammed) bir su ikram edin. Ta ki o sevgiliye su ikram ettiğinizde benim toprağım onun eline değmiş olduğunda huzura ermiş olurum.
-Gerçekten de çok derin anlamlar yakalıyoruz okurken.Biraz kıyaslıyorum kafamda; sizce Fuzuli bugün yaşasaydı..?
İskender Pala: Edebiyat Nobel’ini her sene tekrar tekrar alırdı.
-Peki, çok teşekkür ederiz.Son olarak Fuzuli’nin torunları, biz gençlere, ne söylemek istersiniz?
İskender Pala: Fuzuli’nin söylediklerini bugünün diliyle yeniden harmanlamalısınız. Yeniden söylemelisiniz.






                                                                                                                     Enes Pınar
                                                                                                                     M. Enes Batman
                                                                                                                     Ceren Öztürk

21 Nisan 2014 Pazartesi

Aşktan Daha Mızmızım

‘’Aşk’’ adı altında topladığımız kelimeler, süslü cümleler saf duygularımızın temsilcisi mi ? Peki ya pişmanlıklar, onlar da dahil mi tüm bu olan bitene ?

‘’Bana aşkı anlat deler.
Kendimizce bir şeyler toplarız her defasında.
Ama çoğu el yordamı, göz kararıdır. Ölçüsü yoktur aşkın ya da aşkla dolu dolu yaşamanın.’’
Diyerek birkaç satır karalamış en sevdiğim yazarlardan İclal Aydın.

Benim de kendime göre ‘’Yaşanmışlık’’ adını verdiğim bir tarifim var elbet. Her zaman sevginin bol şekerli bol tatlı olanına imrendim ve bunu sevgiye doya doya yaşamayı istedim. Hayaller gerçeklere doğru sapmamalı, işleyiş toz pembe bol kremalı olmalıydı. Asla baymadan tatlı bir tazelik yakalayıp hep de öyle kalmalıydı. Hayatıma bakınca ne şekerden ne kremadan ne de tatlıya benzer bir duygu var ortada. Ben bu işi pek kıvıramamış olmalıyım ki acısıyla kaldı elimde. Her aklıma gelip kalbime değişinde dahada çok yakıyor. Üstüne üstlük her acı tat yine en başta ki duyguyu hatırlatıyor.

Galiba ben aşkın toz pembe haline kendimi fazlasıyla kaptırdım.

Benim bu tozpembe tariflerime karşı aşk her zaman mızmız davranırdı ‘’Hala yetmedi mi ?’’ dercesine.  Oysa ben yetmediği için aşktan daha mızmızım hemde itirazlarımla. Bana uzun zaman önce yaşatmış ve fazla fazla hissettirmişti.  Ama daha sonrasında ban asla bir daha ben gibi sevebilme şansını tanımadı. Yetmezmiş gibi daha da derine itti. Üstünü kapatıp, saklarcasına. Çevremdekiler bir kenara ben bile inanmıştım sonu geldiğine bittiğine.


Aslında duygularımız tıpkı bir gölge oyunu gibi değil mi ? Işıkta duygular yansıtılanın arkasına yaslanıyor, karanlıkta iste kayboluyor. Bence duygular ortaya çıkmak için güneşin en mükemmel halini bekliyor !

                                                                                 -Ceren Demirel

''Bulutlara''

Bir yıkılıştır sürüp gidiyordu. Mucize neydi o sıralar bilmiyordum. Ben ki; ben ki yürümeye meyilli kız, ne çabuk düşmüştüm. Dizlerim kanaya kanaya sürünecek miydim yani? Yani bundan sonra hayattaki yerim bu muydu? İnsanların benim hayallerimi defalarca çalmasını gülümseyen gözlerle mi izleyecektim? Kötüydü. Berbattı ve hatta ölüm kokardı böylesi. Hala dizlerim kanıyor. Oysa ben koşmayı ne çok severim. Bilir mesela bulutlar. Bilir ki aslında ben savaşçı kızımdır. Oysa bildikleri kızdan eser bile yok şimdi. Bulutlara tutunamamak. İşte günlerimi bu ve bunun gibi kötülükler oluşturuyor. Bir dağın yamacı değil dibini görüyorum uzun zamandır. İnsanlara kuşların cıvıltısı ve çimenlerin yeşilleri ulaşıyorsa mesela ben siyahla savaşıyorum. Siyah. Ama ne siyah. Ne mağrur baktırıyor bana. Ne mahcup. Sanki suçlu ve üzgün olmaya hapismiş gibi. Sanki susmaya bir ömür mecburmuşum gibi. Dilim dönmüyor işte sırf bu yüzden. Bulutların bildiklerinden çok farklı biri olup çıkıyorum. Sonra kim kurtarıyor? Kimse. Ben başımı kaldırıyorum gökyüzüne. Nefes alabildiğim tek anlar oluyor o anlar. Başımı yere eğdiğimde yine bir hasrettir sarıyor beni. Hiç bitmek tükenmek bilmeyen bir ağrı kaplıyor bedenimi. Sanki asla terk etmemecesine bir şey yerleşmiş içime. Dolaşıp duruyor ve o an neremi güçsüz yakalarsa oradan vuruyor.
Kendi bacaklarının farkına varıp yürümeye başlayamadığında bu hayat zor geçiyor. Ben bunu anlıyorum. Aslında en büyük düşmanın içimizdeki olduğunu, kendinle savaşmanın insanlarla savaşmaktan daha zor olduğunu anlıyorum. Çünkü umudu içinde öldürmek seni acımasız bir katil yapıyor. Ve sen o katille mütemadiyen yaşamak zorunda kalıyorsun.
Hayır bahar gelmedi işte bu yüzden. Hayır ki bahar benden mütemadiyen kaçıyor. Asla sarılamayacağız. Asla kaybettiklerimizi geri alamayacağız bu hayattan, bu geçmişten.
Hayır sıkı sıkıya tutunamıyorum. Hiçbir kemanın sesi beni bu hayata bağlamıyor, inanabiliyor musun? Ben inanamıyorum. Yani böylesi mümkün müdür soruyorum size ağaçlar! Ağaçlar... Ağaçlar duyuyor yalnızca beni. Hayır kurtulamayacağım çünkü boğuldum. Artık denizden de sudan da nefret ediyorum. Ellerini uzatıp nefesimi kesen her varlıktan nefret ediyorum...
Hayır, etmiyorum!
Ben ki yine kendimle cebelleşiyorum.
İçimizde yaşattıklarımız ve köklerini en derinlere saldıklarımız bizim köklerimizi nasıl da koparıyor. Bizi, evet bizi, evet beni, nasıl da acımasızca öldürüyorlar kalplerinde. Peki ben sevmekten başka ne yaptım? Cevap yok. Cevapsız yaşamaya o denli alıştım ki. Sanki söylediğim her sözcük bir sorudan ibaret olacak ve kaybolacak bu koskocaman evrende. Bu evrende ben de koskocaman kaybolacağım böyle böyle. Çünkü böyle yaşanmıyor biliyor musun gökyüzü? Rüzgarın yüzüme vurmasını çok sevmeme rağmen kalkıp da yürüyemiyorum düşünce. Aylar geçiyor. Zaman ilk defa işe yaramaz oluyor. Bahar ilk defa uğramaz oluyor benim için. Ben rüzgarların peşinde ne kadar koşarsam koşayım düşüyorum. Mütemadiyen düşüyorum işte gökyüzü. Mütemadiyen düşüyorum anne. Mütemadiyen düşüyorum baba.
Ve mütemadiyen düşlüyorum. Uzun uzun saçlarımın olduğunu, bu hayatı sevdiğimi, ellerime güllerin yakıştığını, güzelce gülümsediğimi düşlüyorum. Ben hep düşüyorken düşlüyorum ey rüzgarlar. Ben düşlüyorum ki gözlerim açık kalabilsin. Ben düşlüyorum ki inanabileyim. Ben düşlüyorum. Ben düşlüyorum ki rüzgarın ve gökyüzünün varlığını unutmayayım diye.
Ve
Bir dilek tut dediklerinde gökyüzünde yaşamayı dileyecek kadar cesaretli olduğumda gerçekten gülümseyeceğim. Tam da o zaman dünyanın en uzun boynunun sahibi ve mutlusu olacağım.
Bulutlara...

                                                                                            Ceren Öztürk

13 Nisan 2014 Pazar

Metallica

Metallica,Amerika Birleşik Devletleri'nin ''California'' eyaletinin ''Los Angeles'' şehrinde kurulmuş olan ''Heavy Metal'' grubudur.Megadeth,Slayer ile birlikte ''Thrash Metal''in kurucuları olarak görülür.Grubun kuruluşu ise çok garip.Grubun solisti ''James Hetfield'' ve bateristi ''Lars Ulrich'' 1981 yılında grup kurmak için yerel bir gazeteye ilan verirler.Böylelikle Metallica grubu kurulur.Şuan ki mevcut kadroya gelicek olursak ; Solist ve akor gitarda ''James Hetfield'',bateride ''Lars Ulrich'',lead gitar da ''Kirk Hammet'' ve bas gitarda ise ''Robert Trujillo'' dur.
 
 
Metallica'nın ilk albümüne gelicek olursak 1983 yılında yayınladıkları ''Kill'em All'' albümüdür.Grubun ikinci albümü ise 1986 da yayınlanan ve tüm zamanların en ilham verici heavy metal albümlerinden biri olarak görülen ''Master of Puppets''dır.İkinci albümlerinden sonra grup hayran kitlesini genişletmeye ve ismini tanıtmayı başarmıştır.Daha sonra ise 1991 yılında yayınladıkları ''Black Album'' olarakta bilinen Kendi isimlerini taşıyan albüm ile büyük bir ticari başarı yakaladılar.


 
2009 yılında ise grubumuz ''Rock and Roll Hall of Fame'' tarafından onurlandırılmıştır.Günümüze kadar tamı tamına 9 stüdyo albümü ve 3 konser albümü yayımlamıştır.10 tane ''Grammy Reward''u olan grubumuz Amerikan müzik tarihinde arka arkaya 5 albümü ''American Bilboard'' satış albümlerinde 1 sıraya yerleşti.Grubumuz  2008 itibari ile toplam 100 milyon albüm satışı elde etmiştir.Bir başka ve o kadar da güzel olan diğer bilgi ise ; Metallica Antartika'da dahil 7 kıtada konser veren tek gruptur.
 
 
Ayrıca Metallica 13 Temmuz'da Türkiye'ye geliyor.İlk kez yaptıkları ''Metallica by Request'' projesiyle hayran kitlelerinin bilet aldıktan sonra seçtiği ve en çok seçilen şarkıları çalıcaklar.Yani konserde bunu çalarlar mı diye bir soru olmayacak.Tamamen oylama üzerinden çalınacak parçaların belirlendiği bir konser olacak.Bu yönüyle hayranlarını memnun eden Metallica'yı tüm hayranları heyecanla ve sabırsızlıkla bekliyor.

                         


                                                              Kayra Karakış