Bulanık çıkmış fotoğraflar gibiydim, biraz Edip Cansever’ce.
Kahvenin telvesini seyre dalmış halime acıdım uzaktan. Kazağımın düğmesine
tutunmuş ıslaklık çekti içine beni, gözlerimin kalbinizi acıtacak yansıması
yakaladı sonra. Saçlarımın bir serseri misali dağılışı tuttu elimden, kahve
fincanının kenarındaki silik ruj lekesi kurtardı son olarak.
Ne düşünüyordum? Ne düşünüyordun? Ne istiyoruz bu bıkkın yalnızlığımızdan?
Tüm bedenime defalarca zincir vuran bir hissizlik var mutluluğumun gölgesinde. Çayımı şekersiz içmeme neden olan, karanlıktan bile gözlerimi kaçırdığım bir hal. Başı sonu belli değil. Üzgün olma durumu değil bu, yalnızlığın esareti sayılamaz, mutluluğun tatmin etmeyişi kısıtlayamaz. Sadece kısa metrajlı bir kayboluş diyebilirim. Ya da tüm sıfatlarımı kenara atarak defolup gittiğim bir serzeniş. Belki de fotoğrafın bir oyunudur. Kazağımın düğmesindeki ıslaklık fotoğrafı çekenin gözlerinden süzülmüştür, ve yine bu yüzdendir bulanık oluşu. Asıl objektif gözleridir belki, gerçek deklanşör kalbidir. Hissettikleridir. Her hissettiğinde gözlerinin perdesi bir kat daha bulanıklaşır, bu yüzdendir aklındakilerin bir su yüzeyi kadar bulanık oluşu. İçine çekip yakalayanın ve elimden tutup kurtaranın çok farklı kalpler olduğu gibi. Bilinmez ne istediğin, neye sahip olduğun ve nelerden vazgeçtiğin hatta nelere aldırmadığın. İstediklerin içine çeker, sahip oldukların yakalar, vazgeçtiklerin tutar elinden ve sonra yine aldırmadıkların kurtarır seni. Sen farkında olmazsın. Kısır döngü bu, yapamazsın.
Sen hissedersin başkası yerin dibine batmak ister.
Sen kaybedersin başkası bir şans daha ister.
Ve yine sen kazandığını sanırsın ama başkası kaybettiğine dahi üzülmez.
Ne düşünüyordum? Ne düşünüyordun? Ne istiyoruz bu bıkkın yalnızlığımızdan?
Tüm bedenime defalarca zincir vuran bir hissizlik var mutluluğumun gölgesinde. Çayımı şekersiz içmeme neden olan, karanlıktan bile gözlerimi kaçırdığım bir hal. Başı sonu belli değil. Üzgün olma durumu değil bu, yalnızlığın esareti sayılamaz, mutluluğun tatmin etmeyişi kısıtlayamaz. Sadece kısa metrajlı bir kayboluş diyebilirim. Ya da tüm sıfatlarımı kenara atarak defolup gittiğim bir serzeniş. Belki de fotoğrafın bir oyunudur. Kazağımın düğmesindeki ıslaklık fotoğrafı çekenin gözlerinden süzülmüştür, ve yine bu yüzdendir bulanık oluşu. Asıl objektif gözleridir belki, gerçek deklanşör kalbidir. Hissettikleridir. Her hissettiğinde gözlerinin perdesi bir kat daha bulanıklaşır, bu yüzdendir aklındakilerin bir su yüzeyi kadar bulanık oluşu. İçine çekip yakalayanın ve elimden tutup kurtaranın çok farklı kalpler olduğu gibi. Bilinmez ne istediğin, neye sahip olduğun ve nelerden vazgeçtiğin hatta nelere aldırmadığın. İstediklerin içine çeker, sahip oldukların yakalar, vazgeçtiklerin tutar elinden ve sonra yine aldırmadıkların kurtarır seni. Sen farkında olmazsın. Kısır döngü bu, yapamazsın.
Sen hissedersin başkası yerin dibine batmak ister.
Sen kaybedersin başkası bir şans daha ister.
Ve yine sen kazandığını sanırsın ama başkası kaybettiğine dahi üzülmez.
Işıl DOĞANAY