30 Aralık 2013 Pazartesi

Kısır Döngü

Bulanık çıkmış fotoğraflar gibiydim, biraz Edip Cansever’ce. Kahvenin telvesini seyre dalmış halime acıdım uzaktan. Kazağımın düğmesine tutunmuş ıslaklık çekti içine beni, gözlerimin kalbinizi acıtacak yansıması yakaladı sonra. Saçlarımın bir serseri misali dağılışı tuttu elimden, kahve fincanının kenarındaki silik ruj lekesi kurtardı son olarak.
Ne düşünüyordum? Ne düşünüyordun? Ne istiyoruz bu bıkkın yalnızlığımızdan?
Tüm bedenime defalarca zincir vuran bir hissizlik var mutluluğumun gölgesinde. Çayımı şekersiz içmeme neden olan, karanlıktan bile gözlerimi kaçırdığım bir hal. Başı sonu belli değil. Üzgün olma durumu değil bu, yalnızlığın esareti sayılamaz, mutluluğun tatmin etmeyişi kısıtlayamaz. Sadece kısa metrajlı bir kayboluş diyebilirim. Ya da tüm sıfatlarımı kenara atarak defolup gittiğim bir serzeniş. Belki de fotoğrafın bir oyunudur. Kazağımın düğmesindeki ıslaklık fotoğrafı çekenin gözlerinden süzülmüştür, ve yine bu yüzdendir bulanık oluşu. Asıl objektif gözleridir belki, gerçek deklanşör kalbidir. Hissettikleridir. Her hissettiğinde gözlerinin perdesi bir kat daha bulanıklaşır, bu yüzdendir aklındakilerin bir su yüzeyi kadar bulanık oluşu. İçine çekip yakalayanın ve elimden tutup kurtaranın çok farklı kalpler olduğu gibi. Bilinmez ne istediğin, neye sahip olduğun ve nelerden vazgeçtiğin hatta nelere aldırmadığın. İstediklerin içine çeker, sahip oldukların yakalar, vazgeçtiklerin tutar elinden ve sonra yine aldırmadıkların kurtarır seni. Sen farkında olmazsın. Kısır döngü bu, yapamazsın.
Sen hissedersin başkası yerin dibine batmak ister.
Sen kaybedersin başkası bir şans daha ister.
Ve yine sen kazandığını sanırsın ama başkası kaybettiğine dahi üzülmez.


Işıl DOĞANAY


Yeni Yıla Bir Siparişim Var

 Sevgiyi unutmak ne acı değil mi ? Uzaklaşmak duygulardan sanki hiç hissetmemiş gibi. Bazen düşünüyorumda nasıl harcamışım sevgimi, zamanımı ve en önemliside bu yaşımda nasılda hırpalamışım kendimi ? Nasıl olmuşta sığdırmışım bu ağır sevgileri kalbime ? Sevgimden çok güvenimi kaybettiğime yanıyorum ''Acaba'' sorularımın alıp başını gidişine onları asla tutamayışıma yanıyorum.

 ''Sen nasıl böyle bir bakış açısı yakaladın herkese, her şeye ? '' sorularınızın cevapları satırlarımda saklı çoğu zaman. Herkes klişelerinden bir damga vurur geçmişine. Ben tecrübe adını verenlerden olmayı tercih ettim, önüne bakıp güçlü olması gerektiğine inananlardan.Yalın' a katılıp ''Alışmaya çalışmak diye bir şey yok, alışmak zorundayım'' diyenlerden, geçmişin geçmişte kalacağına ve bunun kesinlikle olması gerektiğine inananlardan. Elbette yaşım küçük, yolumda bir hayli uzun. Zamanın ne getireceği hiç belli olmaz. Bunlara yalnızca hazırlıksız değil yalnızda yakalanmak istemem ben.

 Umutlarım asla tükenmiyor. Her ne kadar yıpratılmış, aldatılmış ve yıkılmış olsamda kendimi toplamama yetecek büyük umutlarım var benim. Yeni yıl geldi çattı bile. Umutlarımla sevgi dolu güçlü sayfalarıma merhaba diyeceğim ben. Ama öncesinde çok açım ve yeni yıla bir siparişim var : Güvenle yoğurulmuş, sadakatle süslenmiş kocaman bir sevgi lütfen !
                                                                              Ceren DEMİREL

SEN MASALLAR ŞEHRİ GİBİSİN DE BİZDE KAHRAMAN YOK



Bence aşk; ilk görüştedir, dış görünüşe olan bir beğenmedir ve bunun hep "ilk günkü gibi" devam etmesidir. Sevgi ise apayrı... Bir insanı tanıdıkça seversiniz. Tıpkı İstanbul'u tanımak gibidir sevgi. Önce anlayamazsınız, alışamazsınız. Bazen aşık olursunuz, bazen nefret edersiniz sonra tekrar aşık olursunuz, bazen mideniz bulanır...
Seni İstanbul'u sevdiğim gibi seviyorum, hem nefret ediyorum hem de kimsenin sevemeyeceği kadar çok seviyorum. Seni sevmek kolay iş değil, ne kadar mutlu ederse etsin genellikle acı veriyor. Mesela yağmuru ne kadar seversem seveyim, spor ayakkabılarımla yağmura tutulduğumda nefret ediyorum. Ama İstanbul yağmuruyla güzel, yavaş, hazmedici ve daha anlayışlı. Bazen senin İstanbul'un her kıyısına kendini bırakmış bir deniz olduğunu düşünüyorum, öyle hırçın öyle yıpratıcı ama bir o kadar özgür bir o kadar herkesi kendine hayran bırakmış. Sana hayran onca insan varken beni nasıl fark edersin diye düşünüyorum. Buna rağmen bir gün fark edip beni seveceğini biliyorum, hissediyorum.
Ne demiş şair; "Bir kelimeye bin anlam yüklediğimde sana sesleneceğim."


                      Aysu Ayalan

Ve İstanbul edebi bir şehir.

Mesela martıları güzel uçar bu şehrin. Sadece İstanbul’un martılarından bahsedilir. Ve sadece İstanbul’da simit paylaşılır belki de martılarla. Belki de, sadece İstanbul’da bir aşk paylaşılır martılarla. Sadece İstanbul’da. İstanbul’un da tuhaf bir cazibesi var kabul etmeli. İstanbul’un içinde barındırdıklarına karşı bir kini var kabul etmeli. Fethedilişinden, terk edilişine kadar tuhaf bir hüznü var kabul etmeli. Ve sevdiğin adam en güzel İstanbul’da gülümser. Güvercinleri de konu etmeli, yalnız bırakmamalı. Bir gülümseyiş sebebi şu canlılar. Belki de insanın içindeki huzurun kapısını tıklatan tek varlıklar. Biraz zaman geçsin, yine biri fetheder İstanbul’u. Biraz zaman geçsin, canın acıyınca sen de çıkar gidersin boğaza. O meşhur ‘İstanbul Boğazı’. Bakma meşhurluğuna falan. İçine atılmayan dert tasa yok. Ve birkaç bira şişesi, birkaç dal sigara. Birkaç damla gözyaşı. Kediler ve patileri. Bıkıp usanmadan yaşar yine de İstanbul. Ne kadar hasta kim bilir? Kimse bilmez tabii. Ben sevdiğim adamı bilirim be şehir, o neredeyse, bana İstanbul orası. Bunu da ben söylüyorum yazın İstanbul’a. Duvarlarına, sokaklarına. Ben de bir şeyler paylaşayım diyorum İstanbul’la. Birkaç kedi ve patileri ya da birkaç damla gözyaşım. Mutluluktan cadde cadde hiç durmadan koşmuşluğum da var bu şehirde; mutsuzluktan denize birkaç damla gözyaşı dökmüşlüğüm de var. Arkamda koşup oynayan çocuklar. Etrafta hiç eksik olmayan çitlenmiş çekirdek kabukları. Çekirdekten de bıktı bu deniz. Biraz daha gözyaşı. Bazı şeyler ve bazı kişiler vardır ki acılardan beslenir. Belki İstanbul da öyle. Hasta sonuçta. Sokaklarda uyuyan çocuklar kadar hasta. İstanbul çekişmeli şehir. Bir yanı bir yanına uymayan. İş kadını gibi konuşmak gerekirse; İstanbul aceleci bir şehir. Turizmci gibi konuşmak gerekirse; İstanbul cazibeli bir şehir. Aşık gibi konuşmak gerekirse; İstanbul yalnız şehir. Ama İstanbul şehir gibi şehir. Senden, benden daha güçlü şehir. Dimdik ayakta. İstanbul, biraz oksijensiz bir şehir. İstanbul bence biraz fazla şehir. İstanbul biraz kadın, biraz erkek olsa; ne bileyim, biraz daha fazla sevse mesela sümüklü ama koşmaktan asla bıkmayan çocukları. Biraz daha fazla pamuk şeker alsa İstanbul’un insanları. İşte o zaman İstanbul yaşanacak liman. Kol kanat gerecek bir anne. İstanbul acımasız biraz. ‘Bir tane İstanbul var kızım, bundan başka İstanbul yok, dikkatli ol.’ der hep halam. Yahu İstanbul, neden böyle tanıttın kendini? Toprağından taşına, kaç kez savaştı bu insanlar senin için. Sen biraz fazla acımasızsın İstanbul. Fazla. Tamam, olsun ağlama. Tamam, üzmeyelim İstanbul’u. Ha, bir de İstanbul aşksızken soğuk şehir. Aşık olacaksan İstanbul’da olacaksın. Gemilere karşı. Ya da Kız Kulesi’ne karşı. Ama İstanbul aşksızken soğuk şehir. Dikkat edeceksin. Koşacaksın mesela arada. Koşup ciğerlerine dolduracaksın ne varsa şehrin havasında. Sevdim mi tam seveceksin. Martılarla paylaşacaksın simidini. Çayın da tam elindeyken. Çünkü ne bundan başka İstanbul var, ne de bundan başka hayat.

                                                                                            Ceren Öztürk 

22 Aralık 2013 Pazar

fun.




Bugün gezerken düşündüm Tenefüs için ne yazsam diye. Kimi tanıtsam. Tam o sırada telefonumdan çalan fun. grubunun bir şarkısı ile ne yazacağıma karar verdim. fun.  o çok çok sevdiğim gruplardan biri. Sanırım hepiniz biliyorsunuz grubu. Hepiniz We Are Young şarkısını dinlemişsinizdir severek. Ama o şarkıdan sonra unutuldu grup. Garip bir şekilde. Hep dedi bu grup nasıl unutuldu ya diye. İşte o yüzden size bugün fun. grubundan bahsedeceğim. Kimlerden oluşur, kaç albümleri var, bana göre en iyi şarkıları falan. Hadi daha fazla uzatmadan konuya gireyim ben.





 
Fun. New York çıkışlı Amerikalı indie rock grubudur. Gel gelelim grup üyelerine. Bu fun. dedimiz grup 3 kişiden oluşuyor. Nate Ruess, sevimli surat ifadeleri, harika bir sesi olan solist kendisi. Şarkı söylerken o kadar rahat ki kendisini ağzım açık seyrettiğim doğrudur. Bir diğer grup üyesi ise Andrew Dost. Kendileri çok yetenekli bir müzisyendir. Çok güzel piyano çalar mesela. Aslında hepsini çok güzel çalar bir ayrım yapamam. Ve son grup üyesi, Jack Antonoff.  Çok sevimli bir insandır. Kliplerdeki halleri falan baya  eğlencelidir. O da gitar çalıyor işte grupta.














Sırada fun. ın albümleri var. Bugüne kadar 2 tane stüdyo albümü yayınlamışlardır. Aim and Ignite 2009 yılında yayınlanmıştır. 2.albümleri olan Some Nights ise 2012 yılında yayınlanmıştır.



















Not: Nate Ruess anne ve babasının aşkını 'The Gambler' şarkısını yazarak anlatmıştır.




,











 
 
 




                       Zeynep Begüm Aykut



21 Aralık 2013 Cumartesi

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ



O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
              bahçesinde ebruliii
                      hanımeli
                                    açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
                     hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
                       çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
                      hanımeli
                              açan evin.

O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
           yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
          bahçesinde ebruliiii
                  hanımeli
                      açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
                             hanımeli

                                       açan ev..


                                   Nazım Hikmet Ran

yokluk


Ben yoksunum
Ve sen
Sen garibim
Sen yoksun
Senin yokluğunda ben
Garibim




Ben yoksunum
Ve sen
Sen kış çiçeğim
Sen yoksun
Ve ben bir ömür
Kış yaşıyorum



Ve ben
Ben bir ömür
Her gün bin ölür,
Bir doğarım hiç azalmadan
Ve ben
Ben her doğuş yaşarım
Yaşarım ben, hiç haz almadan




Sen köz ülkem
Rahat ol
Rahat ol köz ülkem
Közüne kor olurum
Gözüne gözükmem
Kor olurum ben
Ben kor olurum
Yanmam artık
Adını hiç anmam artık
Artık bir sevdam vardı
O da yok artık…



2



Sen yoksun
Ve bilirsin
Bilirsin eksik kalmam ben
Ben de yokum
Gel o vakit
Yokda buluşalım
Sen hiç ol
Ben eksik
Ama olmaz
Bilirsin eksik kalmam ben




Aslında ben varım
Varım ben
Allah’da varım
Kulda varım
Aşkda varım
Olsun
Gel biz yok olalım
Yalvarırım



Ya da gel…
Gelmezsin ki


En iyisi biz yoklukda kalalım
Ben yokluk görmedim
Ondandır sana hasretim
Ben yokluk görmedim
Ondandır aşka bu denli düşkünlüğüm
Bu gece yokluğa gel
Bitsin şu hasretim




Dolunayda buluşalım
Leylayı mecnun geçe
Pazar günü
Issız gece
Bekleriz
Dolunayı bekleriz
İnsanlar uyur
Kediler uyur
Atlar uyur
Melekler uyur
Ve bir gülücük duyulur..




Biz uyumayız
Bir tanrı uyumuz
Birde biz uyumayız
Tanrım rahat bırak bizi
Aşık olacağız


Aşık olacağız tanrım
Aşkda yok olacağız
Sana geliyoruz tanrım
Çık önümüzden




Tanrım sana varmak iyide
Yatıya bekleme…
Ah tanrım kafir oldum
Tanrım sana yatıya değil
Kalkıya gelineceğini bilmeyenler
Allahım  beni kafir ilan ettiler




Allahım yeter artık
Yalnız bırak bizi
Dolunay geçmeden
Konuşacaklarımız var






3



Gel sana çay demlerim
Çaylaşırız…
Lanet olsun!
Tanrım aya neden su koymadın




Tamam gitme
Sensizlik çaysızlık kadar ağır
Gel otur da ülkeme bakalım
Ne kadar da aydınlık
O yanmış şu yanmış da
Çıkmış karanlıklar aydınlığa
Aydınlar da olmasa…


Tamam gitme
Siyaset yapmayacağım
Otur yamacıma
Güneşe bakalım
Biliyorum biliyorum
Güneş yok
Şu koca dolunay
Güneşe yer bırakmamış
Bak sol yanıma
Dolunayı gör
Solunay derler bizim orda
Benim solum ay
Gerisi güneş
Ve ne zaman solum çarpsa
Güneşimi bulamam
Dolunay vakti
Solunaysız olamam









Dolunay gitti
Sen gittin
Demiştim eksik kalmam ben
Ne dolunaydan haber geldi
Ne de senden
Ben de hayırsız çıktım
Bir mektup bile yazmamışım
Bunlar boş
Asıl solunay…



              


                                                                                Solunayı kaybettik…













Ve şimdi gece
Buralar soğuk
Yeni bir ay lazım bana
Yeni bir soluk







                                                                                     .menesbtmn.

Kader

Akıp gidiyor kum taneleri
Akrepten kaçıyor yelkovan
Ve yine batıyor güneş
Durmuyor zaman, korkuyor insan

Acı görüyor bütün masum gözlerde
Kimse mutlu değil, peki bu gülümse niye
Anlatamıyor derdini insan, kimse de sormuyor
Mutluluğu bekliyor öylece, sadece umut ediyor

Dönüyor dünya acısıyla tatlısıyla
Yaşamak istiyor insan doya doya
Sevdikleri başucunda, her gece bir rüya
Olmuyor, kaderi yenemiyor ne kadar uğraşsada

Eray Yanık

         SİN

Demli gökyüzülü zamanlarımın
Tavşan kanından çayısın.
Veyahutyıldızsız yaz gecelerimin
Ağır Türk kahvesi.


O çok sevdiğim
Pamuk günlerin.
Kışın,karlı günlerimin
ılık sütüsün.


Kimsin,nesin?
Tanımıyorum.
Bilmiyorum
Sadece
Yüzünü bile bilmediğim
hiç görmediğim


Belki de
Özlediğim
birisin.
                                                           Esra ÇETİN                                                       

20 Aralık 2013 Cuma

Bir Cuma Akşamı Önerisi


Cuma akşamı. Benim için cuma akşamları film gecesi demek. Her şeyden kendimi soyutladığım o harika zaman dilimi. İşte bu nedenle bugün Tenefüs’te film günü yapmaya karar verdik. Film önerileri üzerine bir gün. Sizlere bugün için sevdiğim filmlerden üç tane seçtim. Ruh halinize göre açıp izlersiniz. Ha bu arada bu filmleri kendi zevkime göre belirledim, siz sevmeyebilirsiniz bu gayet doğal ama sizin de fikirlerinizi duymak isterim. İzlerseniz lütfen bana twitterdan ulaşarak fikirlerinizi belirtin :) @404notfoundfb twitter adresim.
Waiting For Forever
Adından da anlaşıldığı gibi bir aşk filmi. Ama öyle klasik aşk filmlerinden değil. En masum, en saf aşk hikayesi. Fakat filmin konusu gayet basit. Will Donner’ın Emma Twist’e olan aşkı.
Will Donner hayata çok farklı bakan bir insan ve tek amacı Emma’ya ‘Seni seviyorum.’ diyebilmek. Film de bu konu üstünde kurulu aslında.
Will Donner karakterini Tom Sturridge canlandırıyor. İlk defa bu filmde izledim ve oyunculuğuna kesinlikle aşık oldum. O kadar tatlı ve sempatikti ki insan kendi hayatında böyle biri olmadığına lanet ediyor resmen.  Will bugüne kadar izlediğim bütün filmler arasında sanırım söylediği her lafı  dikkatle dinlediğim sayılı karakterlerden. Emma Twist karakterini ise Rachel Bilson canlandırıyor.
Oyunculuklar süper. Filmin konusu süper. İzlememeniz için hiç bir neden yok.
Into The Wild
Gerçek bir yaşam öyküsü anlatılan bir kitaptan esinlenilmiş film. Yaşamının en güzel döneminde elindeki bütün parayı yakıp kendini doğal yaşama vurmuş bir adam. Filmde kazanılacak o kadar çok ders var ki.. Hani her film izlenirken bir şeyler katar insana ama bittikten sonra unutulur gider her şey. Ama bu film böyle değil. Olay film bittikten sonra sizde başlıyor. Hayatla ilgili düşünceleri çabucak değiştiriyor. Başrolü Emile Hirsch canlandırmıştır. Ama benim asıl filmle ilgili bahsetmek istediğim şey filmin soundtrack kısmı. Bir soundtrack bir filmle bu kadar uyumlu olur. Eddie Vedder bütün yeteneğini konuşturmuş. İzlemeniz gereken filmlerin en üst sırasında yer almalı.

Good Will Hunting
Senaryosunu Matt Damon ve Ben Affleck’in yazdığı 1997 yapımı muhteşem film. Başrolünde Matt Damon, Robin Williams, Ben Affleck ve Stellan  Skarsgård var. Sanırım başroller size filmin kalitesini belli etmiştir. Filmin kısaca konusu MIT de profesör olan Gerald Lambeau tarafından keşfedilen Will Hunting’in başarı öyküsü. Will'e Lambeau tarafından bir terapist (Sean Maguire) ayarlanıyor. Terapiler sırasında Sean ile Will arasında güzel bir dostluk başlıyor. Sean ve Will arasındaki konuşmalar herkesi hayran ediyor. Söyledikleri sözler insanın hayat felsefesini oluşturacak tarzda sözler. Ayrıca müziklerini Elliott Smith yapmış. Daha ne olsun?


Zeynep Begüm Aykut

19 Aralık 2013 Perşembe

Aytuğ Akdoğan

Aslında bu hayata dair en önemli adımlardan birini atmama sebep olan insan: Aytuğ Akdoğan. Sizin için bir yazar, benim için ise bir yazardan daha fazlasını anlatacağım. Ülkemizde o kadar iyi yazan insanlar var ki. Harikalar ötesi. Ben de sorardım sizin yerinizde olsam, ‘O zaman neden Aytuğ Akdoğan?’ diye. Sorarsınız, haklısınız. Neden mi? Çünkü ‘Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm’ kitabından sonra hayatım değişti benim. Yazdıklarını okurken, durdum ve ‘Ben, aynı beni anlatmış, yazarlar demiş ve beni anlatmış. Sanırım, sanırım ben bu dünyaya yazmak için gelmişim.’ Bir insanın hayatının amacını bulması kolay değildir. Yıllarca çabalar ve ölmeden birkaç sene önce bulabilir kimi, kimi de şanslıdır işte, böyle benim gibi önceden buluverir. Benimki de pek erken oldu sayılmaz, o yazdığım 4 sene boyunca bir kez bile bulup anlayamadım ben hayatımın amacını. Aklımın ucundan bile geçmedi aslında. Sadece yazdım, yalnızlığımı paylaştım. Sonra bir Ocak ayı geldi çattı, bir kitap bana yolumu çizdi. Herkesin hayatında her şey harikalar ötesi bir etki yapmaz. Siz, Aytuğ Akdoğan okusanız belki benim gibi bir amaç bulamayacaksınız hayata dair. Ya da bir yön çizemeyeceksiniz kendinize. Ama bir şeyden eminim ki, siz Aytuğ Akdoğan okusanız, yollarınızın tuğlaları konacak teker teker, yürüyeceğiniz yolda, atacağınız her adımda bambaşka düşüncelerle boğuşurken bulacaksınız kendinizi. At gözlüklerinizi çıkaracaksınız belki de. Ve bu dünyada aslında ‘asıl’ olan şeyin ‘ölüm’ olduğunu anlayacaksınız. Dünyanın en umursamaz, sadece iki mezar arasında geçirdiği vakitlerini seven, dünyanın en yalnız, en nefret ama bir o kadar da sevgi dolu adamıyla tanışacaksınız. Dünyanın birkaç dal sigara, bir kalem ve bir defterle nasıl gezilebileceğini ve nasıl anlatılabileceğini göreceksiniz. Gerçekleri göreceksiniz eğer Aytuğ Akdoğan okursanız. Sevmek için nedenler, dünyayı dolaşmak için bir defter arayacaksınız siz de. Evet, belki de siz Aytuğ Akdoğan okursanız benim gibi hayatınız değişmeyecek, benim gibi yazar olmaya karar verip kitap yazmayacaksınız ama siz Aytuğ Akdoğan okusanız çok şeyler öğreneceksiniz. Hiçbir şey öğrenmeseniz, sokakları tanıyacaksınız. Sadece merak. Gerisini gözlerinize bırakın. Eminim kalbiniz onun kelimelerini çok sevecektir.

Ne demiş küçük İskender: ‘Hayat genç bir yazarı yolculuklara zorluyorsa, Aytuğ Akdoğan valizini çoktan hazırlamış.’
                                                                                                   Ceren Öztürk 

Uğultulu Tepeler -Emily Bronte

Dünyanın en iyi kadın yazarlarından Bronte kardeşlerden Emily'nin başyapıtı olan ve Emily öldükten sonra kardeşi Charlotte tarafından yayıma hazırlanıp basılan , romantizm akımının en önemli eserlerinden  biri  olarak görülen Uğultulu Tepeler  birbirine aşık Earnshaw'ların kızı Catherine ile eve evlatlık olarak gelen Heathcliff'in aşk ve nefret dolu ilişkilerini , dünya sinemalarına da başarılı bir şekilde yansıtılmış olan tehlikeli bir aşk hikayesini anlatır.Emily Bronte'un bize güçlü bir dille aktardığı bu romanda küçüklükten beri hor görülen sevilmeyen Heatcliff ile kendini son derece beğenmiş Catherine 'in imkansız birlikteliklerinin derin bir tutkuya dönüşmesi ve Catherine 'in daha sonra aşkından vazgeçip  Edgar Linton adında komşusu olan genç bir beyle evlenmesi ve Heatcliff'in evden ayrıldıktan sonra zengin bir adam olarak dönüp ve  hem Catherine’den hem de Edgar Linton’dan intikamını almaya başlamasından bahsedilir.Roman İngiltere'de 19. yüzyılın ikinci yarısı, "Victoria Dönemi" olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamlarını konu edinmiştir. Ve kadının edebiyatla uğraşmasının hoş görülmediği bu yıllarda Emily Bronte kimine göre  dünyanın gelmiş geçmiş en iyi aşk romanı kimine göre her okunduğunda farklı bir tat,haz alınan bir Victoria dönemi romanı Uğultulu Tepeler'i bırakmıştır ardında .Ölümünden bir yıl önce bitirdiği bu romandaki kişilerin yalnızca hayal ürünü kişiler olmadığı çevresindeki kişilerden de izler taşıdığı bir gerçektir. Sevgi,nefret,öç alma duygusu ve patladı patlayacak bir cinsellikle dolu  bu geçlik öyküsünün film,radyo ve müzikal uyarlamaları da vardır.Ayrıca Kate Bush'un popülerleşmiş bir şarkısına da ilham kaynağı olmuş edebi yönden son derece güçlü ve etkili bir yapıttır.
 
                                        Nisa Kolbaşı

Realizmin En Başarılı Örneklerinden Biri: Madam Bovary

     Madam Bovary; Gustave Flaubert tarafından 1856 tarininde yayımlanmış realizmin en başarılı örneklerinden biri olup, roman tekniği ve konusuyla hem çağdaşlarını hem de daha sonra gelen yazarları etkilemiş, Time dergisi tarafından 2007 yılında açıklanan 'tüm zamanların en iyi on kitabı' listesinde Tolstoy'un Anna Karenina'sından sonra ikinci sırada yer almıştır. Kitap 1991 yılında da beyaz perdeye aktarılarak sinema severlerle buluşmuştur.Bu başarılı klasiğin karakterlerine ve konusuna kısaca bir göz atmak gerekirse;
      Ana Karakterler: Emma Bovary, Charles Bovary, Leon, Rodolphe Boulanger
     Konu: Emma'nın Leon ve Rodolphe ile yaşadığı yaşak aşk
 Emma Bovary güzel ve hayalperest bir kadındır.Charles doktordur.Charles Emma ile, onun babasını iyileştirmek için evlerine gittiğinde tanışır ve Emma'dan çok etkilenir.
 Emma ve Charles evlenirler,çocukları olur.Uzun zaman sonra Emma monoton bir yaşam sürdüğü taşra hayatından sıkılır,macera, heyecan ve eğlence arar.Charles Emma'yı çok sevdiği için farklı bir kasabaya yerleşirler.Madam Bovary burada Leon adlı noter başkatibine aşık olur.Leon'da Emma'yı sever.Ancak aradan zaman geçtikçe Leon Emma'yı amaçsız sevmekten bıkar.Hatta Leon'a Yonville kasabası,Yonvilleliler bile sıkıcı gelmeye başlar ve Paris'e yerleşmeye karar verir.Emma için Leon'un gitmesinden sonra daha kötü ve hüzünlü günler başlar.Emma artık daha içine kapanık,çocuğuyla bile ilgilenmeyen biri olur.Bu sıralarda Rodolphe adlı malikane sahibi biriyle tanışır.Rodolphe sert mizaçlı, her şeyi çabuk kavrayan ve kadınlarla çok düşüp kalkan birisidir.Emma'yı da güzel bulmuştur. Emma'da Rodolphe'yi sever ve böylece aralarında yasak aşk başlar.
 Rodolphe ve Emma birbirlerine aşk mektupları yazar.Bir gün Rodolphe ile Emma Yonville'den kaçmaya karar verirler.Kaçmalarına bir gün kala Rodolphe Emma'ya acıklı bir ayrılık mektubu yazar.Emma mektubu okur ve olanlara dayanamaz.Artık Emma hasta,sürekli bayılan , hiçbir şey yiyip içmeyen birisi olur.Leon'un Paris'ten dönmesi Emma'ya vurulan son darbe olur ve Emma intihar eder.  
                                                                                                              GÖKBEN KALAFAT

18 Aralık 2013 Çarşamba

İÇİMİZDEN BİRİ



Yıllardır,mutlulukları,hüzünleri,özlemleri ta içime gömdüm.Kimi zaman bir mezuniyeti yaşattım içimde.Coşkulu,mutlu...Kimi zaman da kaybettiğiniz birini yansıttım içime.Kederler,göz yaşları...

İçindeki özlemi durduramadığın an bana doğru yaklaşırsın.Ne vakit göz göze gelsek,yüreğinin derinliklerine bir kor düşer.İşte o an özlem ve üzüntü harmanlanır içinde.Gözlerin ta derinlere dalar.Bakışların durgunlaşır,anıların teker teker gözünün önünden geçer adeta.Kalbine bir ağrı saplandığı an durduramazsın göz pınarlarından süzülen yaşları.Ne acı ki senin özlemini depreştiren benim.Gömülü acılarını gün yüzüne çıkaran da benim.Ancak sanma ki ben seni kasten üzüyorum.Sen özlemini fotoğraflara bakarak dindirmeye çalışıyorsun ve ben de buna araç oluyorum.Tabi senin acılarını da anlamıyor değilim.İnsanını kalbinde boşalan yer tekrar dolmuyor.Şu dünyadan göçüp giden bir daha gelmiyor...

Dur,öyle kaşlarını çatıp bakma bana.Ben insanları üzen,zalim bir cisim değilim.Hatırlasana mezuniyet fotoğraflarını.O an sevinçten,gözün hiçbir şeyi görmüyordu.O kadar mutluydun ki,dar gelmişti mutluluğun fotoğraf karelerine.İşte bu güzel anıları sana hatırlatan,bunları seninle paylaşan da benim.Unutma ki,güzel anılarını benimle paylaşmak ya da onları saklamamı istersen kapım sana hep açık.

Gördüğün gibi,bunca zamandır hep hatıralarınla bir arada yaşamışım.Sana iyi kötü bir şeyler hatırlatmışım.Ve geldik benim kim olduğuma.Ben fotoğraflarını içine yerleştirdiğin basit bir çerçeveyim.Belki masanın üzerindeyim belki vitrinin içindeyim.


HİLAL EKŞİ
   

16 Aralık 2013 Pazartesi

Can Meslek

Sıcacık umut dolu küçük adımlarımızdan merhabalar herkese. Yeni başlangıçlar için biraz umut ve biraz cesarete ihtiyaç duymayan yoktur herhalde. İlhamıda atlamamak gerekir tabii. Kalemi güçlü insanların yaşanmışlıkları ve her şeye rağmen sıkı sıkıya tutundukları güçlü dalları vardır diye düşünüyorum. Benim sıkı sıkıya tutunduğum yaşamımın en güçlü figürü annem. Her geçen günüm olağanüstü bir insan olduğunu fazla fazla hissettiriyor bana.

Bir bakıyorum ki iyi bir modacı olmuş bana en iyi neyin yakışacağını söylüyor ve ben ne kadar burun kıvırsamda ne kadar mızmızlık yapsamda fazlasıyla haklı çıkıyor. Bir bakıyorum iyi bir mühendis olmuş benim için çeşit çeşit planlar yapıp çıkıyor karşıma ve benim için benden çok çabalıyor farklı olarak da hiçbir çıkarı yok. Evde iki çocuk olur da kavga gürültü eksik olur mu hiç ? İşte tam bu sırada bir politikacı olarak çıkıyor karşımıza. Nabza göre şerbet vermek de üstüne tanımıyorum. İki tarafı birbirine öyle bir bağlıyor ki ne bir kırgınlık ne bir küslük kalıyor geriye. Ama öyle bir an geliyor ki dünyanın en başarılı psikoloğu oturuyor karşıma. İnanılmaz bir samimiyeti var ve ona her şart altında sırtımı dayamama izin veriyor. Bıkmadan usanmadan gözlerindeki merakın ışığı her dakika artarak beni dinliyor. Bazen göz yaşlarımız sel olup akıyor, bazen de göz ucuyla atılan bir bakış deli kahkahalara sebep oluyor.

 Ne yazık ki her şey her zaman böyle mükemmel ilerleyemiyor. Bu duygular yerini fikir çatışmalarınada bırakabiliyor. İkimizde kırılıyoruz, ikimizde kırıyoruz. Ama her ne olursa olsun o benim yeri asla dolamayan kürkçü dükkanım işte. Yanına gidip rollerimizi değiştirmek en büyük eğlencem oluyor çoğu zaman. Yanına gidip yanaklarını avuçlarımın içine alıp doya doya sıkıp onunla oyunlar oynuyorum. Bir uçurum gibi uçsuz bucaksız sevgiye sahip olan yegane insan klişelerime sığdıramayacak kadar çok seviyorum seni, iyiki varsın annem.
                                                                            Ceren Demirel

Size sadece en iyileri.

Bir şeyler başlar ve bir şeyler biter bu hayatta. Fakat yazıldığı kadar kolay değil bu eylemler. Mesela şu an sitemize ilk yazımızla başlamak kadar kolay değil aslında başlamak. Sitenin ilk yazısı, başlangıcımız falan, fazlasıyla klişe davranarak, tabii ki başlamaktan ve bitmekten söz edeceğim. Klişelerle dövün beni. Zaten başka bir işim de olamaz. Ama bugün bazı gerçekleri ben suratınıza vuracağım.
Kim bilir, benim nefes almaya başlayışımda kimlerin bütün nefesleri bitti. Kim bilir, ben gözlerimi dünyaya açtığımda kimler gözlerini kapadı. Kim bilir, kimler sevgilisine sarılma fırsatını yakaladığında, kimler sevgilisine sarılma ihtimalini tamamen kaybetti. İhtimalini bile kaybetti. Hani olur ya mesela, siz en sevdiğiniz varlığı kaybedersiniz ve diğer insanları en sevdikleri varlıklarıyla görürsünüz. Sadece empati. Sadece empati ki yaşanmadan da bilinmez belki de ‘başlangıçlar ve sonlar.’
Siz sevmeye başlarsınız ve başkası bütün sevgilerini bir anda kaybetmiştir.
Siz annenize sarılmak için kollarınızı açarsınız, bir başkası annesini toprağa gömerken.
Siz onun gözlerine bakmaya başlarsınız, bir diğeri gözlerini tamamen kaybetmişken.
Bu dünya ne kadar zalim? Ya da ne kadar iyi? Döndüğü sürece. Belki de var olduğu. Belki de içinde denizleri barındırdığı sürece hem zalim hem de iyi olacak dünya. Dünya bu; sağı solu belli olmuyor. Belki biz farkında değiliz ama bu Dünya başladığında kim bilir kaç ‘Dünya’ yok oldu.
Ve başlamak her zaman iyi, bitmek ise her zaman kötüymüş gibi gözükür. Biz, bir başka ülkede annesiz ilk güne başlayan bir insanın ne kadar kötü bir başlangıçta olduğunu bilmeden bunu düşünebiliriz. Hatta belki de bencillik eder ve herkese sadece ‘başlangıçlar’ dileriz. Oysa sevdiği insandan uzakta olduğu günlerin bitmesini ister bir aşık. Bir adam ya da bir kadın. Babasından uzakta olduğu günlerin bitmesini ister babasını hiç görmemiş bir kız. Her biri aslında aynı anda hem acı hem de pamuk şekerden eylemler. Evet; eylemler pamuk şekerden olabiliyor kimi zaman. Mesela biliyoruz ki sevmek her zaman pamuk şekerdendir. Mesela biliyoruz ki nefret dolu insanlar pamuk şekeri asla bizler kadar sevemeyecekler. Evet, eylemler böyledir işte. Aynı anda, farklı iki şey olabilirler. Belki de sadece yaşamak ya da yaşayamamak meselesi bu eylemler. Ben mesela bu kelimeleri yazarken kim bilir kaç kişi ölüyor, doğuyor, evleniyor, seviyor, nefret ediyor. Kelebek etkisi gibi bir şey belki de her söylediklerim. Ama ‘kim bilir’ demek her zaman farklı şeyler hissettirir insana. Ve ben de bilmediğim dünyaları anlatmaya çalışmak tecrübesizliğindeyim şu an. Üzgünüm, merak etmek beni de cezp ediyor dostlarım.

Şimdi bir sona daha geliyoruz muhtemelen. Şimdi kimlerin hangi sonlarda olduklarını bilmeden sadece bir yazının sonuna geliyoruz. Ben sıcacık evimde uyumaya hazırlanırken, bir köprünün üstünde ölmeye hazırlanan insanların olduğunu düşündürmek bütün uykularımı kaçırıyor. Bazen başkalarını düşünmek, donduruyor insanı. Bazen belki de iyi şeyler düşünmeli insan. Belki de ben bu yazıyı bitirdiğimde yeni bir bebek doğmuş olacak ve annesi dünyanın en güzel gülen insanı olacak. Saniyeyle. Benim hayatımda değil ama onların hayatında çok büyük değişiklikler meydana gelecek. Onlar ‘kim bilir ben doğum yaparken uzaklarda bir kız, bir yazısını bitiriyordur’ diye düşünmezken. Ben vazgeçiyorum dostlarım. Bu düşünmek ya da düşünmemek meselesi. Bu sadece bizden başkalarının olduğunu fark edip etmeme meselesi. Bu sadece, sadece işte böyle. Bir gün biz de biteceğiz. Belki de çoktan bitmişizdir, yeni başlıyoruzdur. ‘Kim bilir.’ Belki de batmışızdır ve yeniden doğuyoruzdur.

                                                                                                        Ceren Öztürk