Yeri dolmazmış gibiydi baharların. Kış geldiğinde kimse bir
şey anlamamıştı. Artık insanların ağzından çıkan her bir söz kar tanelerine
karışıp gidiyordu. Ben artık inanmak için fazla uzaktım. Ve bu saçma sapan
maceramı çok fazla uzattım. Anlatamaz oldu ağzım. Ben sonbaharın kışa neler
taşıdığını sevinçle izlediğim yılları, gözyaşlarıyla andım. Geri gelmediler.
Saygıyla andım. Geri gelmediler. Eskide bırakmak fazla büyük bir işti. Ya ben
bunun için çok küçüktüm ya da yüreğim el vermiyordu geçmişi unutmaya. Bilmiyorum.
Bir sürü soru var. Benim bulabildiğim sadece bir deniz. Tuzlu, dalgalı ve
masmavi bir deniz. Ve aşık olduğum gökyüzü, mavi. Bizde mavinin anlamı budur
derim ben sahilde başımı kaldırarak. İnsanlar gelip geçerler. Ellerinde oltalar
olan insanlar asla beni anlayamayacak. Ve ben de onları asla anlayamayacağım.
Fakat keşke tek sorun bu olsaydı. Bütün kirlenmiş anılarımı deniz dökmeye
kalkmam gerekiyor. Sadece bakmam ya da bir iki gözyaşı dökmem yetmiyor. Çünkü
harekete geçmezsem yok olacak her şey. En başta ben. Ve tahmin ediyorum ki ben
yok olsam, bu dünya değil sadece ben eksilirim. Birkaç parça sayfa, birkaç
parça sonbahar eksilir. Defterlerim eksilir. Oysa ben vicdanlı insanımdır. Ben
kıyamam sonbaharıma. Kıyamam Kara’ma. Kışa, yaza tüm insanlığa. Bu yüzden yarın
sabah da tam bu sahilde tekrar ağlayacağım. İlk defa cesaret gözyaşları olacak
bu. Olta tutan insanlar görmeyecek. Ben kendimi insanların yüreklerine
bırakacağım. Daha kaç kez taş zannedip kenara koyabilecekler onu ölçeceğim.
Sabırları taşacak. Beni hayatlarında atacak ama yüreklerini geri kazanacaklar.
Ben yalnızlığı yeğlerim biri sonbaharı sevecekse. Birkaç kişi artık iflah
olacaksa ben yalnızlığı defalarca yeğlerim.
Ceren Öztürk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder