24 Mart 2014 Pazartesi

Bizim inanmaktan başka neyimiz var?

Yalnızlık unutulmaz derlerdi o yıllarda. Ben hava kararıncaya kadar sokaklarda dolaşır ve bu anlamsız cümleyi dinlerdim. Eskiydi. Eskiydik. Dolayısıyla anlamazdım. Sadece dolaşır dururdu sokaklarda bu cümle ve ben dinlerdim. Dinler ve anlamadıkça özür dilerdim gökyüzünden. Yağmurun yağması daha kolaylaşırdı belki de. Belki de ben kendi gözyaşlarımdan kaçarken neyin ne olduğunu kestiremez ve hep yağmur derdim. Çünkü insanlar tek bir soruyla ya da cümleyle benim güneşimi kaçırırlardı. Sonra uslanmazdım ve dışarı sorularını cevaplamaya çıkardım. Çünkü bilirdim, sadece yalnızlık değil, hiçbir şey unutulmuyordu. Sadece bir daha gün yüzüne çıkmasınlar diye gömülüyorlardı ve unutmuş taklidi yapıyordu insanlar. Onları bu halleriyle anlamak zor değildi. Onca acı ve kırgınlığı her gün hatırlayarak yaşayamazlardı. Zaten bu yüzden hepimiz kışı sevmezdik. En çok da ben. Gökyüzünün gri olması bütün geçmişi geri getiriyordu. Bu yüzden her yağmurda koşarak içeri kaçar ya da kendimi yola atardım. Çünkü yolda koşar, çünkü yolda büyür, çünkü yolda doyasıya ıslanırdım. Ve ben hala düşünüyorum. Çılgınlıkları, geçmişi, geleceği. Hala kıştan delicesine korkuyorum. Kışın değil de gökyüzünün gri olması korkutuyor beni. Düşünmekten delirmeme ramak kalması korkutuyor beni. Oysa benim daha sulayacağım çok çiçek, daha içeceğim o kadar çok çay var ki. Kendimi bunlardan, ve hatta gri gökyüzünden dahi mahrum bırakmak istemiyorum. Ve yalnızlığımı hatırlamak istemiyorum çünkü eski bir söyleyiş devam ediyor: Yalnızlık unutulmaz.
Bırakamıyoruz kendimizi. Bunu defalarca fark ediyorum. Etrafımızdaki insanları her birimiz haddinden fazla düşünüyoruz. Oysa dün ne ders almıştık bu hayattan? Alamamışız. Mutlu olmayı öğrenmenin zor olduğunu düşünmüşüz her satırımızda. Oysa değil. Yalnızlık unutulmaz lakin mutsuzluk da tekrarlanmaz. Bir yerden sonra hepimiz ayağa kalkmayı ezberlemiş hale geliriz. Ve yalnızlık gibi bu da unutulmaz. Lakin bizim unuttuğumuz tek şey mutluluğumuz olmuş. Her gün biraz geçmişle, buruk bir gülümsemeyle uyanıyoruz. Oysa her gün mutluluğa yeniden inanarak uyanmalı insan. Çünkü her şey gibi, mutluluk da unutulmaz. Çünkü, biz inandıkça büyüyeceğiz, büyüdükçe başaracak. Yürümek alışkanlığımızken düşmüş muamelesi gösteremeyiz kendimize. İçimizdeki çocuğa bağıramaz, ona küçüklüğün üvey anneleri gibi davranamayız. Hayır, biz böyle zalim olamayız. Çünkü biz umutları da ezberlemişiz. Kendimizi umutsuz bırakamayız. Kendi elimizden tutmalı, kendi başımızı okşamalıyız belki de kendi gözyaşlarımızı silmeli. Bana bazen kışlar bile bunu anlatıyor ki güneşin anlatabildiklerini dile getiremiyorum. Çünkü her martı çığlığında gökyüzüne bakıp gülümseyen biriyim ben. Her çocuk gülümseyişinde içindekilerle karşı karşıya kalan varlıklarız bizler. Çünkü kaç kez ağlamış olursak olalım bir deniz kıyısında huzuru tanımlayabilecek hale geliyoruz hepimiz. Çünkü çoğumuz bunların farkında olmadığımız için üzgünüz. Çünkü çoğumuz geçmişimize yanlış taraftan baktığımız için umutsuzuz. Çünkü çıkıp biraz koşsak rahatlayacağız ama cesaret edemiyoruz. Biraz cam açın. Gökyüzü dolsun içinize. Birkaç martı dinleyin ve öyle ağlayın. Biraz olsun sevmeden asla yaşamayın. Çünkü her mucize, sevginin getirisidir. Ve mucizelere inanın. İnanalım. Bizim inanmaktan başka neyimiz var?

                                                                            Ceren Öztürk

1 yorum: