31 Ocak 2014 Cuma

AŞK, SAVAŞ VE FEDAKARLIK: HAYAT GÜZELDİR

      Bu gece ailenizle oturup güzel bir film mi izlemek istiyorsunuz? Canınız belki bu akşam duygusal bir film izlemek istiyor da olabilir. O zaman bu film tam size göre. Çünkü bu film kahramanımız Giosue'nin deyimiyle 'Ailesi için çok fedakarlık yapan bir babanın hikayesidir.' Hayat Güzeldir, ilk yarısında romantik, slasptick türde olan İtalyan dramıdır. Film Roberto Benigni tarafından yazılıp yönetilmiştir aynı zamanda Benigni filmin başrol oyunculuğunu da üstlenmiştir. Rol arkadaşı Nicoletta Braschi, Roberto Benigni'nin gerçek hayattaki eşidir. Filmimiz bir çok ödül almıştır. 1998 yılında Cannes film festivelinde Büyük Ödülünü kazanmıştır ve 7 dalda Oscar'a aday olmuş; en iyi yabancı film, en iyi erkek oyuncu ve en iyi müzik alanında bu ödülü almıştır.
     Şimdi de filmimizin konusuna gelin birlikte göz atalım...





Guido Orefice ( Roberto Benigni) genç bir İtalyan Yahudisidir ve bir otelde garson olarak çalışmaktadır. Neşeli ve karizmatik biridir. Bir okulda öğretmen olan Dora'ya (Nicoletta Braschi) aşık olur. Dora zengin ve Yahudi olmayan bir aristokratik aileden gelmektedir. Dora'nın annesi kızını ne kadar zengin bir memurla evlendirmek istese de Dora, nişan günü zengin ve kibirli nişanlısını terk ederek Guido ile evlenmeye karar verir. Çiftin bir yıl sonra Giosue ( Giorgio Cantarini) adlı bir çocukları olur.          
Bu mutlu ailenin hayatı İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla alt üst olur. Guido, Giosue ve Eliseo Amca, Giouse'nin doğum gününde toplama kampına götürülürler. Dora Yahudi olmamasına rağmen ailesinden ayrı kalmamak için başka vagomda kampa gider. Guido kampta oğlunu askerlerden saklar ve gizlice yemek verir. Aynı zamanda herşeyi oğlu Giosue'e bir oyun gibi gösterir ve eğer oyunu kazanırlarsa ödül olarak bir tank alacaklarını söyler.

   Küçük bir uyarı... Birazdan filmin sonunu söyleyeceğim. İzlemeden önce öğrenmek istemeyenler için önceden belirteyim.
   Savaş bittiğinde Amerikan askerleri kampı ele geçirir. Tank ile kampa gelen asker Giosue'yi kurtarır. Guido oğlunun hayatını kurtarmış ancak kendisi bir Alman asker tarafından vurulmuştur. Annesi Dora ise hayattadır ve filmin sonunda Giosue annesi ile kavuşur.
    
     Bu film benim izlediğim en güzel filmlerden biri. Umarım izleyen herkes de en az benim filmi beğendiğim kadar beğenir filmi. Hepinize şimdiden iyi seyirler...

                                                                                                   GÖKBEN KALAFAT

30 Ocak 2014 Perşembe

F. Scott Fitzgerald- Muhteşem Gatsby

20. yüzyılın en iyi yazarlarından biri olan F.Scott Fitzgerald'ın Muhteşem Gatsby klasiği Birinci Dünya Savaşı sonrası ekonomisi günden güne iyileşen Amerika dan , toplumu sarsan yasaklardan, Caz Devri diye adlandırılan ve çöküşü yaklaşan 10 yıllık bir Amerikan Rüyası trajedisinden , verdiği ihtişamlı ev partileriyle namını yürüten Jay Gatsby'nin yıllar önce aşık olduğu fakat sosyal statü farkı yüzünden birlikte olamadığı Daisy Buchanan ile yeniden birlikte olma arzusundan bahseder.Hikayeyi Nick Carraway adlı Yale'deyken yazar olma hayalini kuran ve daha iyi bir gelecek için kendini Wall street'in içine atan Long Island da bir ev tutmuş Gatsby'nin yeni komşusu anlatmaktadır.Gatsby Daisy'ye aşık olduğu sıralarda Amerikan ordusuna katılmış ve Daisy ile hiç haberleşememiştir.Gatsby savaştayken Daisy Tom adında zengin bir adamla evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştur.Gatsby bu arada yeni komşusu Nick'in Daisy'nin kuzeni olduğunu öğrenince Daisy ile buluşmak için Nick'ten yardım istemiştir.Gatsby Daisy ile birlikte olmaya başlamış ve bu ona yetmemiştir. Hala ruhen bir doyumsuzluk içinde olduğundan Daisy'ye kocasına onu hiçbir zaman sevmediği söylemesini istemiştir.Daisy'nin kocası Tom'un varoş kesimde yaşayan metresi Myrtle'nin de işin içine dahil olmasıyla paranın gücünün bile örtbas edemeyeceği insanların gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasıyla işler iyice sarpa sarar. Gatsby artık Tom'un gerçekleri duymasını istemektedir ve bu sebeple Tom,Gatsby, Daisy ve Nick buluşurlar.Daisy buluşmada Gatsby 'ye seni seviyorum ama Tomuda sevmiştim diyerek Gatsby'yi iyice delirtir ve Gatsby Daisy ile konuşmak için Tom'un arabasına atlayıp giderler ve yolda Tom'un metresi Myrtle Tom onun için geldi sanarak arabanın önüne atlar fakat arabayı çok süratli kullandıklarından duramazlar ve Myrtle 'e çarparlar ve Myrtle orada ölür.Kitabın sonunda Tom, Myrtle'in kocasını doldurulmuş ve arabayı Gatsby'nin kullandığına inandırmıştır.Bu sebepten ötürü Myrtle'in kocası Gatsby'yi şak diye oracıkta öldürmüştür.Nick cenaze için Gatsby'nin bütün arkadaşlarını ,dostlarını aramış ya kimseye ulaşamamış ya da kimse cenazeye gelmek istememiştir. Nick Daisy'ye ulaşmak için de onu bin kere aramış fakat telefonlara çıkmamıştır.Çünkü çoktan Tom ile bavullarını toplayıp şehirden ayrılmışlardır.


Nisa Kolbaşı

29 Ocak 2014 Çarşamba

Özdemir Asaf anısına





















(bazı fotoğraflar alıntıdır)


 Zeynep Begüm Aykut      
M.Enes Batman     

SESSİZLİİİİK !


Herkes sessiz bir yerde huzurun tadını çıkartmayı ister. Bir şiirle paşlayalım önce...


"Saat on ikiden sonra,
Bütün içkiler...
Şaraptır!" 
Cemal Süreya

Yalnızlığımızı silemeyiz.Ne kadar çırpınsakta...


"Bazı şeyleri bir çırpıda silemezsin.
Çırpınarak silersin"
İlhan Berk


Sonbahar değil belki. Son yaprakta düştü sayılmaz ama bu neyin özlemiydi böyle gecenin bir yarısında gelmiş,kahve buharının camda bıraktığı ize adını yazdırmıştı.Beni şair yapmıştı.

"Uyandım ki ses içinde kalmışım
Yüzüm gözüm ağzım burnum ellerim
Aralanan deniz kapısının sesi bu
Silkelenen güneş tavuğunun sesi
Diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi
Ağaç biçimindeki ses borusunun,

Yarınki buğdayın, devinen kemiğin,
Tarihsel bileğin, direncin sesi bu
Oynaşan arabanın, kucaklaşan atların.
Baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi
Bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel
Yağmurda ıslanmış namlu gibi yeğin
Serçe kanadı değmiş çamaşır ipi gibi esrik
Okul bahçesinde dolaşan güvercinler gibi
Kıyıda öpülen dudak, yağmurda öpülen dudak gibi
Gölgelere sokulan yüksüz dakikalar gibi
Kutsal oyuncaklar gibi."
                                                                                           Melih Cevdet Anday

İçimizden atamıyoruz birilerini.Ne kadar içimizde olduklarını irdelemeden alıveriyoruz içeri.Seviyoruz.Çok seviyoruz...

Herkesin;
Bir umudu vardır,
Bir savaşı,
Bir kaybedişi,
Bir acısı,
Bir yalnızlığı,
Bir hüznü...
Çünkü herkesin bir gideni
vardır.
İçinden bir türlü
uğurlayamadığı..

-Turgut Uyar




Ama...

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.

-Nâzım Hikmet Ran

                                      

                                                      Bilge KAHRİMAN







SON ZİL



-SON ZİL-

Demir kapıyı araladığımda,pencereden sızan gün ışığı merdivenleri okşuyordu.Boş koridorlar;duvarlarına tüm sesleri,çığlıkları,kahkahaları hapsetmiş gibiydi.Dokunsalar parçalanıverecekti sanki.Usul adımlarla sınıfın kapısına yaklaştım.Kapıyı aralamamla eski bir pazartesi sabahı karşıladı beni.İçerisi bir tutam yalnızlık,biraz da hüzün kokuyordu.Bakınırken,gözüm cam kenarındaki arka sıraya ilişiverdi.Tahtası çürümüş,demirleri paslanmıştı görmeyeli.Acı acı bakıyordu bana...Yavaşça yanına yaklaştım.Bir şeyler mırıldanıyordu sanki.İlk dostlukları,ilk aşkları...Hatırası bile yabancı geliyordu.

Omuzlarımı duvara dayadım ve ağır ağır gözlerimi kapattım.Uğul uğul uğulduyordu sınıf.Kapının gıcırtısı,haykırışlar...Gözlerimi araladığımda ölüm sessizliği hakimdi.Çok yabancı geliyordu bu sessizlik.Hani nerede sevinç çığlıklarımız,nerede bitmek bilmeyen sohbetlerimiz?Hiç inanmamıştım biteceğine,hala da inanamıyorum.Ne zaman çıkış zili çalmıştı?Ben mi duyamadım?Ama öğrendim ki bu hikaye çoktan bitmiş.Yaprakları tebeşir tozu kokan hikaye...




HİLAL EKŞİ

28 Ocak 2014 Salı

Oğulcan Karakoç

Türkiye’nin en genç yazarlardan biri Oğulcan Karakoç’u anlatacağım bugün sizlere. Anlatacağım, tanıyacaksınız, seveceksiniz ve en çok da yazdıklarını seveceksiniz. 11 Haziran 1997 İzmir doğumlu Oğulcan Karakoç. İlköğretimi Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu’nda okuyup bitirmiş, şu an Cumhuriyet Anadolu Lisesi’nde 10. Sınıfı okuyan genç, umutlu gözü pek bir yazar. Bana ve daha birçok yazmayı seven, gönlünde bir yerlerde yazarlık düşüncesi yatan gençlere cesaret ve umut kaynağı aslında. Yapabileceğimizi gösteren biri Oğulcan Karakoç. Ve edebiyatın ne kadar sevilebileceğini gösteren insan. İlk kitabının ismi ‘Ahvalim’. Ahvalim yazarın kalbinden izler taşıyor. Yaşadıklarını, karamsarlığını, aşkını, umudunu, umutsuzluğunu ve hayatı göstermiş yazar bizlere kitabında. Bir şiiri sevmiş, çok sevmiş ve sevmeye devam edecek çok belli. Okumayı seven her insanın ‘Ahvalim’i tatması gerekiyor. Ve kitap ismiyle bile yazarın okumayı ne kadar sevdiğini ve ne kadar çok okuduğunu gösteriyor.  Bu dünyada yapılabilecek en güzel iki işi seçmiş Oğulcan Karakoç: Okumak ve yazmak. ‘Kötü biri olabilirdim fakat ben edebiyatı seçtim, okumayı seçtim.’ diyor Oğulcan Karakoç. Bu hayat içinde ne kadar kötülük barındırırsa barındırsın iyiliğin ve iyiyi seçenlerin bir yerlerde var olduğunu kanıtlıyor böylece.
Ve biz bugün genç yazarımızla bir röportaj da yaptık. Düşüncelerini iyi okumanızı tavsiye ederim, böylece onu tanımaya bir de onun dilinden başlamış olursunuz. Buyurun:

-Yazar olmaya nasıl ve ne zaman karar verdiniz?
Oğulcan K.: Yazar olmaya karar vermedim, hala daha kendimi yazar olarak görmüyorum aslına bakarsan, yalnızca; susuyorum, görüyorum, yaşıyorum ve yazıyorum. 
-‘Yazar’ sıfatı taşımak sizce nasıl bir his?
Oğulcan K.: Pek umursadığım bir durum değil, bu duruma sanırım biraz aylak yaşıyorum, yine de güzel olması kuvvetle muhtemel.
-İlk kitabınızı çıkarırken herhangi birinden eleştiri veyahut ‘çıkarma’ gibi bir tepki aldığınız ya da çıkarmaktan vazgeçtiğiniz oldu mu?
Oğulcan K.: Kitaptan önce de uzun süredir yazıyordum, insanlar hazırlık içinde olduğumu biliyordu, genelde destek aldım, pek olumsuz eleştiri ile karşılaşmadım.
-Edebiyat sizin için ne ifade ediyor?
Oğulcan K.: Edebiyat’dan ziyade, sanat ekseninde değerlendiriyorum ben. Yani aslolan Sanat ve ben Edebiyat yolu ile bunu gerçekleştiriyorum, bu benim için bir yaşam tarzı, bir ideal, hayatımı bunun üstüne kuruyorum.
-Sizce genç bir yazar olmak zor mu yoksa avantajları var mı?
Oğulcan K.: Yazar olmak, yazar olmaktır. Ötesi değil. Ancak genç yazar olmak ‘yazmak’ bakımından çok büyük dejavantaja sahip, çünkü insan yaşadığını yazar, çok yaşayan, çok yazar, iyi yazar, sağlam yazar.
-Kaç kitap çıkarmayı düşünüyorsunuz? İlerideki kariyeriniz sadece yazarlık mı yoksa başka bir meslek de düşünüyor musunuz?
Oğulcan K.: Belirli bir rakam yok ancak yazabildiğim kadar yazmak istiyorum. Türk Dili ve Edebiyatı konusuna yoğunlaşıp, akademisyenliği yazarlık paralelinde yürütmeyi düşünüyorum.
-Kelimelerin dünyası nasıl sizce?
Oğulcan K.: Bi’ rüya ancak diğerlerinin aksine, sonu yok.
-Şu an yeni kitap projeniz var mı? Var ise biraz konudan bahseder misiniz?
Oğulcan K.: Evet var. Etraflı bir roman yazmayı düşünüyorum, epey detaylı. Ancak bundan önce 150-200 sayfalık bir roman yazıyorum, aşk ve psikolojik tahliller üzerine epey çalışıyorum. Bu sene içerisinde biteceğini umuyorum.
-Felsefeden hoşlanıyormuşsunuz. Felsefe hakkında ne düşünüyorsunuz? Ve en benimsediğiniz filozof kim?

Oğulcan K.: Belirli bir filozof yok öyle özellikle ismini söyleyebileceğim ancak Freud’un yazmak konusunda epey katkısı olmuştur bana, isminin geçtiği şiirlerin etkisiyle. İdeolojik olarak ise Marx çok etkilendiğim bir filozof. Günümüz filozoflarından ise tabii ki Slavoj Zizek, aynı zamanda en beğendiğim filozoftur.


                                                                                                        Ceren Öztürk 

27 Ocak 2014 Pazartesi

heves


Ağırlığına aldırış etmediğim kirpiklerim, çatladığı zaman acısına tahammül ettiğim dudaklarım bu gece benimle. Ve yine perdesinden gün ışığı sızan bir geçmişim, hakkında hiçbir şey bilmek istemediğim yarınlarım titretiyor ellerimi. Gözlerinizin çığlıklara aşina olduğu zamanlar var mıdır? Ya da bir su damlası kadar hayatınızı bir an bile umursamadan içtiğiniz tüm yalan suratlar kollar mı parmak uçlarımızı? Hiç mi düşmediniz kaybolmaya korktuğunuz sokaklara? Korkmadınız mı geçmişin ve geleceğin olmadığı gibi tek zaman diliminin şimdi olmasından? Geç olmaktan. Geçmiş olmaktan. Ya da içi geçecek olmaktan. Neden bile bile bekler ki bir insan uzanamayacağı elleri?  Ve neden ister hala o ellerin ellerindeki hayalini? Bekleriz olacakların kalbimizdeki şiddetini bilmeden. İsteriz hayallerimizdeki kurguların bir oyun gibi sergilenecek olmasını. Yine anlamadan kapılırız bir çift sözün, gözün, hevesin peşine. Kırılırız daha sonra uykusuz kaldığımız gecelere kıvrılır yatarız. İnatçıyız biz bakışlarımızın anlamı aynalara yansıyınca boş duvarlara inkar ederiz. Kendimizden bile emin değilken sarılırız henüz izlerini bulamadığımız düşüncelerimize. Saat dokuz çeyreği vururken kısa bir soluk sıyrılır sevgimizden.
Tam şuan, yelkovan akrebi sonsuza dek kovalarken, kalemimden dökülecek her kelime harcadığım tüm nefesler uğruna olsun.
Ben bugün kaybetmişsem eğer yaşadığım her şey yaşayacaklarıma daha fazla değer verdiğim hatalarım için kahrolsun.
Kalbimin biraz daha hızlı çarpmasına sebep olan nefesler aşkına içilen her yudum bu gece tekrar satırlara saklanmak üzere raflara konsun.
Vazgeçtiysem kulak dolusu sessizliklerin hatırına ve elimi uzatmadığım boş yeminler şerefine yeniden ve yeniden.



Işıl Doğanay

Canım'a..

  "Canım dediğin insan canını yakınca, canından can gidiyormuş."

Bazı en yakın arkadaşlar vardır, ne olursa olsun kopamazsınız. Aranıza kim girerse girsin o bağ o kadar kuvvetlidir ki hiç zarar gelmez, inceldiği yerden daha da kalınlaşarak büyür. Ama bu sefer öyle olmadı. Bu sefer tamamen koptu. "Herkese olur ama bize olmaz." dediğim yine başıma geldi. En yakın arkadaşımı kaybettim. Üstelik nedenini bilmiyorum bile. Hani sevgilim olsa ve beni terk etse bu kadar acıtamaz canımı. Zaten bir arkadaşın yerini hiçbir sevgili tutamaz orası ayrı... Neyse sanırım ikisi de acı çektiriyor.
Acılar insanı olgunlaştırır mı bilmem ama beni daha da çocuk yapıyor, ağlatıyor, üzüyor...

  "Canım dediğin insan canını yakınca canından can gitmiyormuş, direkt ölüyormuşsun."


         
                                           
                                                                                                               Aysu AYALAN

Aşkitlerin Efendisine

Lezzetlim...Geleceğin; bilinmez havadisleri,tükenmez kaleminin mükemmel senaryosu olmasa iyice boğulurdum herhalde geçmişimizle.Seni sensiz özlüyorum,limitsiz. Bana yaramıyor.Hatıranı yakalıyorum,kokunu kolluyorum,gözlerim seni hatırlatan her şeye kayıyor.
Başta körpe incir gibiydi özlemim.Sütlü hatta yapış yapış.Hazmedemiyordum o halimi. Zor oldu ama olgunlaştı,lezzet döneminde şimdi. Kuru incir olup preslenmesine göz yummamız niye?

Küçük kadını oynadım galiba profilim için,kalıcı olmak için.Ama yanlışmış,aşk fedakarlıkmış çünkü. Aşk yakmak değil, yanmakmış. En lüks hatam; özlediğimi,sevdiğimi bir tek senin bilmemenmiş.
Ne kadar bendim ki mantıklı olduğuna inandığımız bu yükün altına giren ben oldum ? Nasılda her şey benim için bu kadar kolay göründü ? Ve neden istemeyerek bu sonu seçtik ?
Dönsek ya şimdi aynı frekansa. Engel olamadığım bir güç ütopyamızı kurduyor,yasatıyor hala seni.Şimdi yazıyorum yakın ütopyayı,taşıyor özümden baksana...

"Özlem kokan o yer...Delikli panjurundan kurtulmuş ışık parçaları,en sevdiğim burun kanatlarına vurmuş. Bayılmış yine, uyumuş bozuk uyku düzeninde. Usulca akan gözyaşım gururun ve ayrı gecen onca zamanın eseriydi. Yanındaydım.Ellerimin ilk değdiği yer, elini tutarken baş parmağımın gittiği nabzındı.Gözümün önünde olman en güzel rüyamdı. Gözlerimi kapattım ve oruç bozar gibi, o ilk suyu içermiş gibi kokladım seni. Titremeye başlamam ruhuma karışmandandı. Dokundum tekrar.Vanilya kokan ten benimdi, leş gibi özlem terleyen ten ise senin. Bunca zamandan sonra seni gözyaşımın tuzlu ürpertiyle uyandırmam plansızdı. Özür dilerim en güzel misafirim benim. O beklendik şok oluşun,kısık gözlerini dışarı fırlatman bile her şeye değer.  Sağ elin her zamanki yerinde, kalbinin üstünde."Hızlı atıyor Eda"diyorsun.Ve epilog : " iyiki varsın.ama sen(!)iyiki varsın. İyi ki geldin Aşkitlerin Efendisi".

  Öyle yoğun hisler ki zaman zaman boyut degiştiriyor.Gözümde büyüyebildiği kadar küçüledebiliyor.Ama değeri hiç değişmiyor.
     
              Kuzenim Eda Demir' den alıntıdır. -Ceren Demirel

Keşke sen olsaydın 'sevgi'

Çoğu kez insanların o müthiş bencilliğinden cesaret alıyorum. Ya da bir kesit alıyorum ve anlatıp gösterebileceğim yerlerde sergilemeye uğraşıyorum. Oysa ne büyük hata. İnsanlar kendi hatalarını kabullenmezler. Ve kendi hatalarının yüzlerine vurulmasından da hiç hoşlanmaz insanlar. İnsanlar sadece düşünmeden bazı şeyleri yapar ve sonra geçmişlerinin arkasına saklanırlar. Geçmişlerinde yaşadıkları kötü şeylerin ardına saklanırlar. Bu kötü şeyler onlara kötülük yapma hakkı vermiş gibi savunurlar kendilerini.  Ve ellerini sallaya sallaya rahatça dolaşabilirler sokaklarda. Geçmişleri ya da yedikleri sadece birkaç tokat yüzünden. Ah insanoğlu. Neremizden tutup sevmeli bilmiyorum. Kirpiklerimizden mi? O sahte boyalarla boyanmış yüzlerimizden mi? Çünkü kalp gittikçe yerini başka şeylere bırakıyor artık insanlarda. Ve insanlar çok seviyor üstünlüğü. Değerlendirmedikleri hiçbir fırsatları yok. Kendilerini yüceltenleri severken diğerlerini yererler. Biz insanlar olarak çok acıyız. Bazen dünyanın yüzkarasıyız. Çünkü bize kendini kurtar demiş geçmişimiz öyle değil mi? Yani hala haklıyız hayvanların bile canını acıtmakta. Onları durduk yere öldürmekte hala haklı mıyız cidden? Birazcık bile olsa vicdan azabı duymayacak kadar kayıp mı ettik vicdanımızı bilmiyorum.
Ne zaman anlayacağız birbirimizi acaba? Ne zaman dönüp aynada kendimize bakabileceğiz? Ve mezarlıkların bize neler anlatmak istediğini ne zaman anlayabileceğiz acaba? Yarın ölecek olsak bile sırf kendimiz için sokağa çıkarız. Ve kendimiz için dünyayı umursamadan milyonlarca şey yaparız. Ya kalplerini kırdıklarımız? Ya geride bıraktıklarımız? Yarın öleceksek onların kırıklarıyla birlikte nasıl taşıyacaklar cesedimizi? Yarın öleceksek mesela neden önce en çok canını yaktıklarımızdan başlamıyoruz işe? Nerede kaybettik insanlığımızı? İşte en çok bunu merak ediyorum. İlk doğduğumuzda her şey iyiydi oysaki. Her şey masumdu, biz masumduk. Sonra birkaç yaş büyüdük; oyundan başka işimiz gücümüz olmadı. Sonra birkaç yaş daha büyüdük; okulda da oyundan ve o çok özendiğimiz kitapları okumaktan başka işimiz gücümüz yoktu. Peki, nerede koptu ip? Biz çocukluğumuzun hangi döneminde vicdanımızı kaybettik ve büyüyünce birine sırtına rahatlıkla dönebilmeyi öğrendik? Biz çocukluğumuzun hangi döneminde yitirdik sevgimizi ve hayvanları dahi öldürmekten zevk alır hale geldik? Peki ,ileride bağışlayacak bir kalbimiz kalmış mıdır şimdi? Sanmıyorum. Bunca kötülük içinde, bunca kötülüğümüzün içinde. Hepimiz istesek sevecek bir şeyler bulabiliriz aslında rahatça. Çünkü pencereyi açıp kafanızı kaldırmanız bile yetecek bu dünyanın aslında kötülük için var olmadığını anlamanıza. Ama yapmıyorsunuz. Yapmıyoruz. Ya para bürümüş gözümüzü ya da o müthiş egomuz. Her şeyi elde etmek istiyoruz. Sanki o zaman bu dünyanın bir anlamı kalırmış gibi düşünerek. Her şey bizim olsun istiyoruz sanki bu dünyada diğer insanlar hiçbir şey hak etmiyormuş gibi.

İşte bunu yapmasak biliyorum ki daha yeşil olurdu dünya. Biliyorum ki o zaman savaşlar çıkmazdı. Çıkacaksa da kelimelerle savaşırdık biliyorum. Kimsenin milyonlarca insanı öldürecek kadar gözü dönmezdi. Ya da kimse o kadar vahşileştikten sonra yatağında uyuyamazdı. Bize aslında birazcık sevmeyi öğretselerdi böyle olmazdı. Biz aslında birazcık da olsa sevmeyi öğrenmek isteseydik böyle olmazdı. Ve biz insanlar, sevebilseydik eğer, işte o zaman her şeye sahip olabilirdik. Bunu öğretseydi eğer birileri bugün yatağı olan çocuk sayısı çok olurdu.  

                                                                                                  Ceren Öztürk

19 Ocak 2014 Pazar

Top 5


Bugün kim hakkında yazacağıma karar veremediğim günlerden biri. O yüzden şu aralar sürekli dinlediğim top 5 şarkıyı sizlerle paylaşacağım Tenefüs okuyucuları.
1-      Dog Is Dead - Do The Right Thing

 2008 de kurulmuş, 5 kişiden oluşan İngiliz İndie Pop grubu. Çok güzel ve değişik tarzları var
2-      Death Cab For Cutie – I Will Follow You Into The Dark

 1997 de kurulmuş, 4 kişiden oluşan Amerikalı Alternative Rock grubu. Solistin sesinin o tatlı tınısı sayesinde şarkının nasıl geçtiğini anlayamıyorum.
3-      Circa Survive – I Felt Free ( Acoustic )

 2004 de kurulmuş, 5 kişiden oluşan Amerikalı İndie Rock grubu.

4-      Keane – Somewhere Only We Know
1997 de kurulmuş, 3 kişiden oluşan İngiliz Alternative Rock grubu. Keane’i diğer gruplardan ayıran en temel özelliği ise ana enstrüman olarak piyanoyu kullanmaları.

5-      The Pretty Reckless – Nothing Left To Lose



2009 da kurulmuş, 4 kişiden oluşan Amerikalı Alternative Rock grubu. Taylor Momsen grubu kurmuştur. Ve aynı zamanda grubun solistliğini de yapmaktadır.

                                                                          Zeynep Begüm Aykut

18 Ocak 2014 Cumartesi

DELİKANLIM

...
Dikine mustakil bir apartımanın
en üst katında
dört köşe bir oda.
Perdesiz pencereler.
Pencerelerin dışında yıldızlı geceler.
Genç adam
alnını dayamış cama.
Ben, romanın muharriri
diyorum ki genç adama:
— Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..

Delikanlım!.
Senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.

Delikanlım!.
Sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.
İyi bak yıldızlara
onları göremezsin belki bir daha...

Delikanlım!.
Belki beni anladın,
belki anlamadın.
Kesiyorum sözümü.

İşte kapı açıldı
geldi beklenen kadın..
« BEKLETTİM Mİ?»
« ÇOK...
Ama zarar yok..»

Kadın
yakaladı genç adamı
elinden.
Genç adam
yakaladı kadını belinden.
Bir yumrukta kırdı camı.
Oturdular pencerenin içine.
Sarktı ayakları gecenin içine...
Işıklı bir deniz dibi gibi
başlarında, sağda, solda gece yanıyor.
Ayakları karanlık boşluklara sallanıyor..
Sallanıyor ayakları
sallanıyor ayakları...
........... DUDAKLARI ......

Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım...
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeeev
sevebildiğin kadar...



Nazım Hikmet RAN

Mer'aba Rapunzel

düşündüm de
Bana çok yakışırsın.
Ellerin küçücük
ve sıcak
Bak, tutmasam da olur
Ellerim terler benim
Utanırım
Kızarırım
Tutamam elini

ama düşündüm de
Gözlerin
Gözlerin bir kaç şehir
öteden bakıyor rapunzel
Nedir bu derinlik?
gözbebeğin mesela
kimsenin bilmediği bir ada Rapunzel
Ve o adadan giriyorum denize
gözlerine dalıyorum Rapunzel!
haberin ola
yüzme bilmiyorum


Ne güzel saç o rabunzel
Rapunzel
Saçların ne güzel
Bir düğüm her tel
be Rapunzel
her tel bir düğüm
her dem bir düğüm
at
   boynuma
       rapunzel
Saçlarınla boğ beni Rapunzel
Hayat seninle güzel!


Rapunzel sal saçlarını
tırmanacağım
Gönle giden her yol saçtan geçer Rapunzel
Ya da bak şöyle daha afilli;
Gönül saçtan
Cennet sır'attan rapunzel
Cennet sır Attan
O yüzden beyaz bir atım yok rapunzzel
Atlar senin yanına gelemezzel

bir beyaz atım yok rapunzel
Prens de değilim zaten
Çün ki rapunzelsiz bir prens
Prens değildir
Ve bu kıta şiire dahil değildir.


   ||

Rapunzel bağlamam seni çok özledi





                                                                         .menesbtmn.

N'aber

I. 

Murtaza’ya bu şiir, aman ha sakın bilmesin
Zaten uzun uzadıya sıkıyor canımı
Şu şiir, şu bahar, şu rüzgar, bilmesin
Sensin belki de şu camımın önündeki bahar güzelim
Ne haber?

II.

Tekrar tütün, tekrar tütün
Sonra yine tütün, sonra yine
Bir tütünü paylaşıyoruz seninle
Ardı arkasına nefesi kesilen
Bulutlar kesiyor koyu gölgelerimizi
İçini yemişse bir bahar
O bahar, bahar değildir
Ne haber?

III.

Sigara kadar zararlı şu şiir
Ama bir o kadar da yararlı
Nerden bilebilirsin güzelim
İnsanların yarınının ne olacağını
İyi de ben niye konuşuyorum ki
Sen şiir bilmezsin ki güzelim
Ne haber?

IV.

İşte o bahar var ki o bahar
Öyle bir bahardı, sonra anımsayamadan kış oldu
Şimdi kış kadar kış o bahar
Anımsayamadım, gökyüzünden gri metaller yağdı
Sonrası,
Sonrası sizin kendinize yediremedikleriniz güzelim
Ne haber?

V.

Şu başına rengarenk şapkalar takan gökyüzü değil mi?
Oysa ne güzel yakışmış baksana
Bak görüyor musun güzelim
Sensin bu boylu boyuna
Şu yerde deminden beri uzanıp duran
bayan da sensin, baksana
Şiir artık düşünmediklerimizi de içeriyor
Şiirse şiir, şiirse sen
Ne haber?

VI.

Gökyüzü yine şapka değiştirdi
Baksana her şey bitmiş olamaz
Bi’haber
 
Burak Eroloğlu

Yüreğine

Bunaltıcı bir ağustos gecesinde,
Kulaklarımda yalnızlığın çığlıkları.
Gitmiyor istesem de, 
İçimdeki mutsuzluk kırıntıları.
Parıl parıl parlıyor yıldızlar gökyüzünde,
Göz mü kırpıyorlar ne?
O sırada oturuyorum bir bankta.
İzliyorum Adalar'ı 
sessizce.
Etrafımda tanımadığım insanlar;
Hepsi bir koşuşturma içerisinde.
Sesleniyorlar birbirlerine,
Ben de yalnızım yine.
Dilimde tek hece;
Git.
Git buradan.
Daha fazla yalnızlık katma
Yüreğine!
                                            Esra ÇETİN

17 Ocak 2014 Cuma

Tatil İçin Dizi Önerileri


Eveeeet. İşte o uzun zamandır beklediğimiz yarıyıl tatili geldi çattı. Teknik olarak hala karne almamış olsakta yazılıların bitmesiyle hepimiz tatil yapmaya başladık. Ve tatil saatlerce film ve dizi izlemek demek.  Bu yüzden Tenefüs’te bugün size dizi tanıtmaya karar verdim. Ama öyle Friends , Breaking Bad’ in falan tanıtmayacağım. Çünkü herkes bu dizileri bilir. Her neyse daha fazla giriş bölümünü uzatmadan dizileri tanıtmaya geçiyorum.

Malcolm in the Middle

Malcolm sıradan gözüken bir ailenin ortancı çocuğudur. Sıradan gözükenin altını çizmek istiyorum. Çünkü spoiler vermeden anlatmak gerçekten çok zor. O yüzden izlerseniz ya da daha önce izlediyseniz bilirsiniz. Disiplin delisi anne, Luis , anne baskısı yüzünden askeri okulda okumak zorunda kalan Francis, tam bir baş belası olan Reese, zeki ve aynı zamanda ciddi anlamda manyak olan bence ailenin en harika üyesi olan  Dewey,  yeni doğmuş Jamie ( 4.sezonda dizi katılıyor) ve son olarak kendi halinde bir baba, Hal.

Dizi Malcolm’un IQ ‘unun yüksek çıkmasıyla birlikte yaşadığı değişik olaylar ve ailedeki yaşanılanları anlatmaktadır. Katıla katıla güldüğüm o sayılı dizilerden biri. Kesinlikle herkesin izlemesi gereken bir dizi.

That 70’s Show

Evet adını geçen seneye kadar duymadığım, sınıf arkadaşlarımdan duyup izlemeye başladığım komedi dizisi.  Dizi 6 gencin yaşadıklarını anlatıyor.

Eric Forman, Star Wars delisi, grubun en normal üyesi. Donna Pinciotti Eric Forman’ın komşusu ve sevgilisidir. Steven Hyde asi, rock aşığı, bütün dizi boyunca giydiği tişörtlerin hayranı olduğum o muhteşem kişilik. Michael Kelso grubun en şapşal üyesi. Jackie Burkhart zengin ve popüler bir kız. Michael Kelso’nun kız arkadaşı. Fez gruptaki exchange öğrencidir. Hangi ülkeden geldiğini asla öğrenemeyeceğiniz karakter.

Eric’in annesi Kitty Forman gerildiği zamanlarda kahkaha atan garip birisi. Red Forman ise her fırsatta Eric’e laf sokan bir baba.

Benim favori karakterim ise kesinlikle Leo. 2.sezonda diziye Hyde’ın patronu olarak katıldı.

 

Death Note

Japonya’da yayınlanmış bir anime dizisi. Dizi Yagami Light’ın Ölüm Defteri’ni bulmasıyla başlar. Defteri dünyaya şinigami(ölüm meleği) olan Ryuk atmıştır. Defterin özelliği deftere ismi lazılan kişinin 40 saniye sonra ölmesidir.
Yagami Light ve L dışındaki ana karakterleri spoiler vermeden anlatamadığım için sadece o ikisinden bahsedeceğim.

Yagami Light, Kira, defterin sahibi. Amacı dünyayı suçlululardan temizlemek ve kendini tanrı ilan etmek. L ise kendini Kira’ı bulmaya adayan dedektif.



                                                                                 Zeynep Begüm Aykut
                                                                               
                                                                            

16 Ocak 2014 Perşembe

VİCTOR HUGO: NOTRE-DAME'IN KAMBURU


 Bugün sizlerle dünya edebiyatının önemli isimlerinden olan Victor Hugo’nun sizi biraz hüzünlendirecek kitabı Notre Dame’in Kamburu’nu tanıtmak istiyorum.


Kitabımın ana karakteri olan Quasimodo bir papazın kilise önünde bulduğu çirkin bir bebektir. Papaz, büyüdüğünde Quasimodo’ya zangoçluk görevini verir. Hatta bir süre sonra çan sesleri Quasimodo’nun kulaklarının sağır olmasına neden olur. Ayrıca Quasimodo kambur bir bacağı diğerinden kısa  biridir. Quasimodo zangoçluk yaptığı sıralarda Esmeralda adlı çok güzel bir kıza aşık olur. Bu kız bir çingenedir. Kilisenin papazı Claude Frollo da Esmeralda’yı sevmektedir. Esmeralda ise Gringoire adlı bir şairle onun hayatını kurtarmak için evlenmiştir. Aslında Esmeralda’nın kalbi Phoebus adlı yakışıklı ve zengin bir adamdadır. Papaz Esmeralda’yı Phoebus’dan kıskanır ve onu Esmeralda’nın bıçağıyla yaralar. Suç ise Esmeralda’nın üstüne kalır ve zindana atılır. Esmeralda Phoebus’un kendisini kurtaracağını düşünür ama Phoebus Esmeralda’yı kurtarmaz. Esmeralda idam cezasına çarptırılır. Esmeralda’ nın asılacağı gün Quasimodo Esmeralda’yı kaçırıp kiliseye saklar. Esmeralda çingeneler kralı Clopin'in öldürülmesi üzerine tekrar ortaya çıkar ve asılır. Quasimodo kilisede Esmeralda’yı ararken darağacında cansız bedenini görür. Esmeralda Montfauucon mahzenine götürülür. Quasimodo bu olaylardan sonra Notre-Dame’dan kaybolur.  Bu olaydan iki yıl sonra ölülerin atıldığı Montfauucon mahzenine giden görevliler tuhaf biçimde kucaklaşmış iki iskelet bulurlar.  Bu iskeletlerden biri bir kadına aittir ve üzerinde hala beyaz bir kumaş parçası durmakta, boynunda ise bir kese sallanmaktadır. Bu iskelete sıkıca sarılan diğer iskelet ise bel kemiği yamuk, bir bacağı da diğerinden kısa bir iskelettir. Kollarıyla sıkıca sarıldığı iskeletten kamburun iskeletini ayırmak istediklerinde toz halinde dökülmüştür.Bu cesetler Quasimodo ve Esmeralda’ya aittir.




                                                                                             GÖKBEN KALAFAT

15 Ocak 2014 Çarşamba

Uyanmaklar

Uyanıyorum. Bomboş bu uyanmak. Pek de uyudum sayılmaz. Dün gece iki arkadaşımı kaybederek uyudum. Ve bugün de daha bir çok arkadaşımı kaybetmek için uyanıyorum. Kim bilir kaç tarihli bir zamanımız geliyor aklıma. Onunla olan bir zamanımız. O zaman da sabah uyanmıştım. Hem de benden beklenemeyecek kadar erkenden. Ve tüm arkadaşlarım yanımda, herkes tamdı. Ben de tamdım. Tastamam. Giyinmek, pijamalarımı çıkarmak ve biraz aceleyle kahvaltı etmek. Biraz utana sıkıla kahvaltı edememek. O büyük kalbiyle bir adam gelecekti yanıma, onun utangaçlığında bir kahvaltıydı benimkisi. Sonra telefonu elime alıp onun uyanmasını beklemek heyecanındayım. Ne tuhaf heyecan. Kalbim durmuş muydu yoksa gümbür gümbür müydü o sıra? Ne giyeceğim diye düşünmekten de delirecektim tam da o anlarda. Acaba ona ne söylesem de sarılsam diye düşünmekten de alıkoyamamıştım kendimi. Saatler sonra bir mesaj: Geldim. Ben giyinmişim. -Ne şaşırmıştım ama bir şey bulup, beğenip, karar verip giyebildiğime- Sonra hızlı adımlarım. Ve benden bir mesaj: Bekle, geliyorum. Ellerimi tutamazdım hiçbir zaman. Hep titrerlerdi. O gün de tutamamıştım. Tam iki dakika sonra ayaklarımla o büyük adamın yanında olacaktım. Ve, oldum. Bir tebessüm. Benden, ondan. Seslerimizi duyamamıştık, köpekler çok havlıyordu. Sesimi duyamamıştım; kalbim gümbür gümbürdü. Aldım onu, hiç unutamayacağım bir yere götürdüm. Ve arkadaşlarım tam. Hala tastamam. Oturduk. O beyaz, tahtadan, eski, aslında her gün oturduğum banka oturduk. Sustuk. Ben dilimi kaybetmiştim de ya o? Seven ben değil miydim, bari o konuşsaydı. Ama yine de söyleyebileceklerimin en iyilerini söylemiştim. 'Seni seviyorum' hariç. Ne dilim yanaşmıştı söylemeye ne de duygularım. Neden peki? Neden söyleyememiştim? Bilmiyorum. Bazı sorularımın cevabını hiç bulamıyorum. Sonra yine susmuştuk. Hava soğuktu. Ama ben soğuktan değil heyecandan titriyordum. Bakamıyordum. Sonra kalktı. Gittik. Öptü, gitti. Birbirlerine arkalarını döndüklerinde sonradan durup, tekrar bakan kişi seviyordur. Ben baktım. Yolun sonunu getiremedim baktım. O ise gidiyordu. Keşke bilseydim hem son gelişi hem de son gidişi olduğunu. Oysa ben o sırada gülümsüyordum. Sonra dönüp arkadaşıma koşmuştum, yanağımda dudağının izlerini unutmayarak. O gün ne farklı bir uyanmaydı, bugün ne farklı. O gün; gözlerimi bir mucizeyi görmeye uyanmıştım. Bugün; bir iki insan daha kaybetmeye uyandım. O gün güzeldim. Bugün ise çirkin/im. Sanırım ben uyanmalara daha fazla dayanamayacağım..


                                                         Ceren Öztürk





Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin
Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin
Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence artık sen de şimdi herkes gibisin
Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.
Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.
Nazım Hikmet



Bilge Kahriman

13 Ocak 2014 Pazartesi

Osman Palabıyık Tenefüs grubu için yazdı.

Tenefüs!
Tenefüs, yaklaşık 15 yazarın katılımıyla hayat bulmuş bir blog. Her iki haftada bir yayın yapan blogda edebiyat, müzik ve filmler üzerinden birçok konuya değiniliyor. Hatta aralarında ileride kitap çıkarmayı bile düşünenler var.
Ceren Öztürk'ün öncülük ettiği blogda 2013'ten beri yayın yapılıyor. Henüz yeni olmasına rağmen ince eleyip sık dokudukları paylaşımları ve iyi bir şeyler yapma istekleri ile genç yazar arkadaşlarımız bizi blog sayfalarına davet ediyorlar.
Okuyup yazma istekleri ile genç arkadaşlarımızın ileride iyi bir şeyler yapacağına inanıyorum. Yolları açık olsun...

                                                                                       Osman Palabıyık

Güneşin çocukları.

Pek tabii ki bugün de güneş doğdu. Umutlulara, umutsuzlara. Gökyüzüne. İnsanlara. Pek tabii ki bugün sadece belirli sayıda insanlar baktı güneşe. Hayır güneşe bakıp bakmamanın tartışmasını yapmayacağım. Umudu görüp görmemenin gerçekliğini göstereceğim. Ya da onun gibi bir şey işte bugün. Bugün pek sarı ve pek gri bir gün. Bir kaç sessizliğe, bir kaç doğuma ve bir kaç ölüme rağmen. Biz biliyoruz ki her gün nice yitikler ve her gün nice yeniden doğmuşlar geçiyor diplerimizden. Kimin karnı tok? İstanbul'da bunu aramak da zor. Bugün camdan bakıyordum diyeceğim şimdi. Bugün camdan bakıyordum ve çöpten bir çanta çıkardı biri. 'Çöpten çanta da çıkarılır mı be' dedi isyankar ve 'cık cık cık'çı teyze. Çıkar diye fısıldadım. Sesli konuşamazdım. Biz böyle gördük efendim. Büyüktü o. Büyüktü ve biraz bilmez. Biraz kör. Ama büyük.
Kim bilir büyük diye kimlerin yörüngesinde kalmak zorunda kalıyoruz şu dünyada.
Ben de böyle isyankar ve 'hüngür hüngür'cüyüm. Romantizm kaçmış içime benim boş verin.
Ama o büyük olmasaydı fısıldamazdım.
Döner ve söylenirdim. Çıkar derdim. Çıkar diye haykırabilirdim hatta. Bütün sessizliklerin ve bütün susturulanların inadına. O çöpten senin görmediğin çok şey çıkar derdim. O çöpteki her şey kim bilir kimler için umut.
İşte böyle bir günü sonlandırmış bulunduruyorsunuz. Güneş şimdi battı. Evinde kalorifer görmemiş çocukların mutlulukla gözlerini yumduğu bir saate merhaba diyorsunuz. Bizlerle o çocukların arasındaki en büyük fark ne biliyor musunuz? UMUT. Bizim onlarla aramızdaki en büyük fark her sabah güneşe bakabilmek. Her gün güneş doğar. Biz görmeyiz. Ama onlar görür. Güneş öyle bir doğar ki. Onlar da güneşle orantılı olarak ışıl ışıl gülümser. Kimlerden kaç para istiyor olursa olsunlar -ki bizlere göre edepsizce- en güzel teşekkürü onlar eder. Bir kitap bulmak onlar için güneş gibi. Annelerinin kucaklarında bir kere yer edinebilmek onlar için bütün evren gibi. Sonsuz, uçsuz bucaksız. İşte bu yüzden o çocuklar, o insanlar; her gün güneşi görebilmek ve gösterebilmek için yaratılmışlardır. Dışarı çıktığınızda ilk güneşe bakın. Sokaklardaki mağaza vitrinleri değildir hayat; mendil satan çocukların gülüşleri. Mendil satmalarına rağmen burunlarından akan sümükleridir.
Onlar hiç sahip olmadıkları ayakkabılara üzülmek yerine, sahip olabildikleri çimenliklere ve terliklerine sevinirler. Ne büyük mucizedir, kışın o soğuğunda bile güneşi görebilecek yetileri vardır. Çünkü kaybetmek ya da hiç sahip olmamak yetinmeyi öğretir. Ve yetinmek, gülümsemeyi. Hayır sevgilinize değil; hayata.

                                                                                                   Ceren Öztürk
aslında ben, içimdeki yok oluşla tüm suratsızlığıma rağmen tebessüme aç biriyim. ve ruhum sana karıştığım koca bir yalan. belki de kalbim buz kesmiştir hoşçakalına, ondandır böylesine beyaz oluşum. bir de dudaklarım. bitmek bilmeyen titremelerim.
hiç ısınmıyor ellerim. 
içimden yükselen kahkahalara inatçı gözlerim.
hepsine karşı duygularım yitip gitmemiş benden yine. yaralamak için fırsat kolluyorlar. 
özlemle. nefretle. zevkle.
hatırlatmak için.
uzunluğuna aldırış etmediğim sokaklar, yokluğundan kaçarken nefes nefese kaldığım kaldırımlar.
hatırlatmak için.
hislerime teslim olduğum ruhani seferleri. oysa hiç unutmadım.
sonra kalkıp çay tutuşturuyorum elime alelacele ve Athena düşüyor içine iki şeker niyetine "aşk nefrete ne yakınsın" diyor Gökhan. o da yazıyor kara tahtaya gerçeğin sözlük anlamını hece hece.
ve dökülüyor gözlerimden içimdeki küçük adam.
üzgünüm bugün de sevmiş bulundum.

                                                                                                        Işıl Doğanay

Uçlarda Yaşamayı Seviyorum

Yazacak bir çok şey varken yine beklenmedik bir sohbetten etkilendim. Çevremde ki bir çok kişi farklı farklı bakış açıları yakalamış bana. Normal tabii hak veriyorum karşımdaki kişiye. Hep uzağım belki hiç yakın olmayacak gibi. Soğuğum belki hiç sıcak olamayacak gibi. Belkide asla samimi olamayacakmış gibi hissettiriyorum çoğu zaman. Bazende sürekli kaçacak gibi duran ukalanın biriymişim. Söylenenler az çok bunlar işte.

Ama bu gözlemlerinize elbet dolu dolu savunmalarım var. Kimine göre büyük kimine göre küçük yıkımlar yaşadım. Küçücük bir kalbim var ve içine asla sığamayacak kadar kocaman bir sevgim. Kocaman bir sevgi bana her zaman güven getiriyor tabii. Sonu belli olmayan uçsuz bucaksız bir güven bu. Hakkında bir çok şey duyuyordum buna rağmen anlam veremediğim kadar umutlar biriktiriyordum. Zaman geçiyordu sevgim durmadan katlanıyordu. Ben bile kendime tarif edemezken kalbimin hangi yanıyla anlatabilirdim ona bu duygularımı ? Hep yanımda istediğim her defasında huzura katlanan. Onsuz alınan her bir nefes yıllarca alınmış bin bir nefes gibiydi. Sanki aklımdan asla çıkmayacak gibiydi düşünmekten çıldırmıştım belki o zamanlar yokluğunda saatleri saydığımdı. Hatta inanır mısınız bir yıldız bile seçmiştim bize. Bir gece kaybolduğunda sanki biz bitmişiz bitecekmişiz gibi istemsizce boşalan göz yaşlarım vardı benim. Onun aptalıydım beklide. Ufacık dünyamın saymakla bitmeyen renkleriydi. Kaybederim diye aklım çıkarken ansızın bir hiç uğruna gitti. Kendi kafasında oluşturup aşk adını verdiği ezberini yakalayacak basit bir kız değildim ki ben. Yakalayamamıştımda zaten. Umursamazlıklarına, ezberlediği aşkına, aldatmasına, paramparça ettiği kalbime ve tükettiği göz yaşlarıma rağmen aşkla anıp sayesinde akıllandığım tek kişi.Hani diyorlar ya ‘’Bazısı teğet geçer, bazısı deler geçer, bazısıda parçalar geçer. Ama mutlaka geçer.’’

Sanırım az çok anlattım. Böyle seviyorum işte ben kelimelerime sığdıramayacak, klişelerime sıkıştıramayacak kadar çok. Belkide kişiyi değil mutluluğu, üzüntüyü, sevgiyi her türlü duyguyu uçlarda yaşamayı seviyorum en uçlarında. Korkuyorum ya tekrarlanırsa bunlar ? Bunları tekrar kaldırabilcek kadar güçlü olup olmadığıma asla emin olamıyorum. Belkide bu yüzden uzağım, soğuğum, kaçağım. 
                                                                                           
                                                                  Ceren DEMİREL